Bölüm 14: Kampa Sızan Casus

840 88 0
                                    

Lea, bir süredir perinin kendisine söylediklerini düşünüyordu. Söylediği her şey tek tek çıkıyordu ama daha ilginci bir bütünün yarısını oluşturacağını söylediği kişiyi de bulmuş olabilirdi. Bu barbar, kendinin bütünleyicisi olabilir miydi, bunu bilmiyordu ama bildiği kesin bir şey vardı ki, adının Tung olduğunu öğrendiği bu genç adam, onu ürkütüyordu. 

Sadece güç anlamında değil, daha önce hiç kimseye karşı hissetmediği duygular hissediyordu zaman zaman. Öfkesine karşılık, adam da bir anda öfkeleniyordu mesela. O öfkelendiğinde, Cylus olsa susar sakinleşmesini beklerdi, o da hemen normale dönerdi. Ama bu adam tam tersi bir üst perdeden konuşabiliyordu kendisiyle.

Adamın aşırı özgüveni adeta çıldırtıyordu Lea'yı. Yine kendisine karşı o kadar umarsız davranıyordu ki bazen, onu boğmak istiyordu, ama tuhaf şekilde de kendisine yakın hissediyordu. "Galiba ben de böyleyim." diye geçirdi içinden, o yüzden kendisine yakın hissettiğini düşündü. Gerçekten ruh ikizini bulmuştu galiba, ama bu kez de adamda gördüğü şeylerin, kendininkilerin bir yansıması olup olmadığını sorguluyordu. Ne kadar inanmak istemese ve reddetse de, kendisi gibi davranıyordu adam; umarsız, kendine güvenen, hatta karşısındakini bir nebze aşağılayan.

-"Hayır, ben öyle birisi değilim." diye mırıldandı kendi kendine, nerede olduğunu unutarak.

            -"Hı? Ne dedin?" diye yanıtladı Tung.

Lea panikle:

            -"Bir şey yok. Kendi kendime konuşuyordum. Buradan nasıl çıkacağımızı düşünüyordum sadece."

            -"Evet, bende bunu düşünüyordum. Sanırım meşale gibi bir şey bulamazsak, yolumuzu bile bulamayız burada. Yerdeki taşlara dokun, keskin olanlara. Belki işe yarayacak bir şeyler bulabiliriz."

            -"Ne işe yarayacak taşlar? Kılıçlarla geldiklerinde kendini taşla mı savunacaksın?"

            Tung'un gülümsediğini işitti:

            -"Ne ters birisin sen. Bazen sana bakınca kendimi görüyorum. Baya benziyorsun bana, zekân pek uymuyor gerçi. Yerde ateş yakabileceğimiz türden taşlar bulabileceğini düşünemiyorsun. Bu tür mağaralarda sık rastlanır."

            Lea, sinirinden boynuna kadar kızardı ve karanlığa bir kez daha şükretti. Gün ışığı, karanlığın zifiri tonunu kırmıştı ama yine de birbirlerinin yüzünü seçemiyorlardı. Zekâsıyla ilgili yapılan iğneli saptamaya cevap veremeyecek kadar utanmıştı, kendisine benzetmişti adam da onu. 

Derin bir nefes aldı, sakinleşmesi gerekiyordu ve mağaradaki rutubet bunu bile güçleştiriyordu. Yavaşça oturduğu yerden doğrulmaya çalıştığı sırada, hemen arkasından metalik bir gürültü geldi ve peşi sıra ateşin dans eden kızıl tonu, içinde bulundukları karanlığa saplandı.

            Brox, üzerinde ipekten yapılma uzun bir elbiseyle içeri girdi. Elindeki meşale, tuhaf ışık oyunları yaparak adamın göğüs kısmı yarı yarıya açık, ayak bileklerine kadar uzanan garip elbisesi üzerinde geziniyordu. Kızın yanına kadar geldi, neredeyse aynı boydaydılar, gözlerinin içine bakarak olabildiğince içten bir gülümseme yolladı ve:

            -"Sizi almaya geldim. Sanırım bir yanlış anlaşılma olmuş güzel leydim. Sizi bu katil barbarla aynı yere kapatmışlar. Tüm özürlerimi ayaklarınızın altına sunuyor ve geceki arkadaş seçiminizle ilgili naçizane önerimi yeniden hatırlatıyorum." diyerek elini yavaşça kıza doğru uzattı.

Lea, adamın kelimelerle verdiği gözdağını hemen anlamıştı, yine de hemen cevap vermek yerine, kızıl ateşin parlaklığını kullanarak Tung'un yüzünü görmeye çabalıyordu. Nedense onun vereceği tepkiyi çok merak ediyordu, bu da ilk kez hissettiği bir şeydi. Kendi yerine bir başkasının cevap vermesini istemek, hatta istekten de ziyade arzulamak, hiç ona göre bir şey değildi. Sanki o an Tung adama bir cevap vermezse, hiçbir şey yapamayacak, kalkıp adamın elinden tutacak ve istediği her şeyi yapacaktı. 

Lanet & ArmağanWhere stories live. Discover now