Bölüm 3: Karanlık Yüzdeki Kan Lekeleri

1.4K 131 1
                                    

Zaman zaman düşünmüştü babasının ona söylediklerini. Kahramanlık hikâyeleriyle büyütüldüğü Yüce Tegin de pek haksız sayılmazdı aslında. Kendisini gerçekten kaybediyordu ama tuhaf bir haz da alıyordu bu durumdan. İşte Tung'u asıl iğrendiren de buydu. Birilerini öldürmek değil, fakat bu eylemden tuhaf ve açıklanamaz bir haz duyması onu gerçekten endişelendiriyordu ve bu durum, kendi genel ruh halini karamsarlığa itiyordu.

Hüzünlü kalabilirse adrenalin seviyesini sabit tutabiliyor ve en azından kendinde kalabiliyordu. Sonuçta kendini kaybedince olanlar ortadayken; her basit durumda, bu değişimi yaşamaması gerekiyordu. Savaş zamanları bu dönüşümü onu çok endişelendirmiyordu. Çünkü karşısındaki eğer bir düşmansa; kendisine ya da sevdiklerine kötülük yapmak niyetinde olan, bunun da gereklerini yerine getirmek amacıyla silahlanmış bulunan biriydi ve buna merhamet etmek de gereksizdi. Babası halen haksızdı yani, ama Tegin'in bahsettiği o karanlık yanının da gerçekten kontrol edilemez bir hal aldığı da oluyordu.

Hancı, Tung'a onu tekrar beklemiyormuş gibi tuhaf bir bakış fırlattı, sonra da gönülsüz ama dehşet dolu bir ifadeyle odanın anahtarını uzattı. Tung, adamdaki bu garip bakışa anlam veremedi. Bir an onun oğlunu da öldürmüş olabileceğini düşündü, ama sonra hancının bir oğlu olmadığını hatırladı. Ayrıca haber bu kadar hızlı yayılmış olamazdı. Bir anda kan içinde kalmış yüzü aklına geldi. Silmeyi unutmuştu. Pelerininin başlığı olmasa, insanların içinde bu kadar rahat hareket edemeyecekti. Bu başlık, hafif de olsa bir gizlenme sağlıyordu.

Hancının neredeyse alıklaşan hareketleri Tung'un zaten kabarmış olan öfkesini iyiden iyiye tetikliyordu ki adam karşısında duran gence "Ne oldu?" diye sordu. "Bu kadarı yeter" diye düşündü. Bu adamla biraz daha zaman geçirirse lanet handa da kimse kalmayacaktı. Sertçe:

-"Ver şu kahrolası anahtarı. Seni ilgilendirmeyen konulara da lanet burnunu sokma!"

Adam korkudan neredeyse titriyordu, tamamen donmuş, elleri anahtarı bir pençe gibi sıkı sıkıya kavramıştı. Gözlerindeki korku, açıkça okunuyordu ama yine de merakı ağır basıyor ve neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Kaldı ki, sonuçta o bir hancıydı ve kendisiyle bu tonda ve sertlikte konuşan bir yabancıya haddini bildirmeliydi.

Herkes sesini kesmiş onları izlerken bunu mutlaka yapmalıydı, yoksa insanlara ücret ödetmek konusunda sahip olduğu caydırıcılık yerle bir olur, kimseye de kendini kabul ettiremezdi. Yere bir iğne düşse, sesi açıkça duyulabilirdi:

-"Burası benim hanım. Ne istersem onu sorarım. Yüzündeki kana bakınca belli ki barbarın tekisin. Seni hana almayı tekrar düşünmeliyim."

Tung, kaşının yeniden seğirmeye başladığını fark etti. Hemen sakin olmalıydı. Derin bir nefes aldı. Etrafına bakmak, onu biraz rahatlatabilirdi, yavaşça sırtını yanındaki merdivenlerin tırabzanına dayadı. Herkes ona ve hancıya bakıyor, sanki çıkabilecek olayları tahmin etmeye çalışıyordu. Tuhaf suratlar, kafası dumanlı ve hafiften sarhoş tipler hanın her yanındaydı.

Tam kenarda, duvarın dibinde oturmakta olan kapüşonlu birisi dikkatini çekti. Saçlarının ön tarafı anlına düşmüştü ve simsiyah tellerin arasından kan kırmızısı bir perçem göze çarpıyordu. İlginç biriydi, yüzü görünmüyordu ama bu kadar güzel saçlar, ancak bir kadında olabilirdi. Tung, tekrar hancıya doğru döndüğünde biraz daha sakinleşmişti:

-"Bana bak ve kulaklarını aç! Sen, para için bana yatak sağlayan basit bir seyissin. Ver şu lanet anahtarı da odama çıkıp yatayım. Ve sende yarın benden alacağın parayla atlarına yeni bir çift nal alabil."

Bu kez de hancı öfkelenmişti. Kim oluyordu bu barbar da herkesin önünde kendisini böyle aşağılayabiliyordu? Yine konuşacak oldu. Tung içinden "Lütfen yapma" diye adeta dua etti. Tam o sırada hanın arkasından melodik bir ses yükseldi:

Lanet & ArmağanOù les histoires vivent. Découvrez maintenant