14

1K 133 144
                                    

Kulaklıklarım kulağımda, Han nehrinin kıyısında yürüyorum. Tek başınayım. Day6'dan 'I Need Somebody ' çalıyor. Öylesine birine değil ama, birine ihtiyacım var, biliyorum.

Abimle Minseok'un antrenman maçları, diğerlerinin şirkette stajları derken bizimkilerle birlikte vakit geçirmeyeli hayli oldu, akşam Han nehrinin kıyısındaki kafelerden birinde buluşalım, sohbet muhabbet, hasret giderelim diye kararlaştırdık. Hiç huyum değildir ama buluşmaya birkaç saat erken geldim, zihnen hazırlanmam lazımdı, biraz da temiz hava falan almam işte.

Ballerino'dan sonra müzik uygulamasını kapatıp kulaklıkları cebe attım. Yol çimenlere oturan tek tük çift dışında neredeyse boştu, akşam vakti açık havada yürüyüş yapmak hayli iyi hissettiriyordu. Rüzgarın uğultusu, gece seslerine karışıyordu ki ben doğa seslerine, özellikle gece sesine bayılırım. Müthiş bir dinginlik ve iç huzur veriyor çünkü.

Sokak lambaları domino taşları gibi birbiri ardına yanmaya başladığı sırada onu gördüm, karşıdan geliyordu bana doğru. Gündüz düşü olmamasını umdum. Beni görünce durdu. "Selam." dedi.

"Selam." tebessüm ederek karşılık verdim. Kaybettiğim ve uzun zamandır yana yakıla arayıp durduğum çok önemli bir şeyi bulmuşum gibi hissettirmişti yüzünü görmek. Eksilen parçam yerine oturmuştu.

"Nasılsın?"

"İyiyim. Sen?"

"Gördüğün gibi." buruk bir gülüş yerleşti anımsadığımdan daha solgun görünen dudaklarına. Kendini ihmal ettiğini biliyordum. 'Kötü görünüyorsun' demek geçti aklımdan. Kötü görünüyordu da. Bebek mavisi, örgü bir kazak giymişti, uzun perçemi zarifçe alnına dökülüyordu. Yakışmıştı. Zaten ne giyse yakışırdı ona. Fakat saçıyla kıyafetine gösterdiği özen bile göz altı morluklarını ve çöken yanaklarını gizleyememişti. Çok da kilo vermişti. Kollarımla sarmak, sırtını sıvazlayıp iyi olacaksın demek geldi içimden. Ama demedim tabi. Sarılmadım da. Biz ilişkimizin bir şeyler paylaştığımız kısmını kaçırmıştık.

"İyi görünüyorsun." dedim ama yalandı bu, o da inanmadı zaten bana. Gülümsedi sadece. "Erkencisin." dedim, gözlerimi kaçırırken. Lafı değiştirme niyetimin bilincinde, ayak uydurdu.

"Sen de."

"Uzun zaman oldu dışarı çıkmayalı. Biraz yürüyüp temiz hava almak istedim."

"Bölüyor muyum yoksa?"

Saygılı davranma çabasını takdir ediyordum, sahiden, ama kalbimi kırıyordu aynı zamanda. Tamam kibardı fakat bir yabancı ile konuşuyorum gibi soğuk ve uzak hissettiriyordu. Buruk bir tat, olgunlaşmamış bir ayvadan koca bir ısırık almışım da lokma boğazımda takılıp kalmış gibi, bozuk bir şey yemişim sanki, içimde yarım kalan ve şimdi bana çok uzak olan saadet canımı acıtıyordu.

"Hayır Jongin. Rica ederim. Zaten az kaldı, bizimkiler birazdan gelir. O zamana kadar birlikte yürüyebiliriz. Nasılsa aynı yere gidiyoruz değil mi?"

Başını hafifçe sallayıp yanıma katıldı. Sessizce yürümeye başladık. Soru sormadı. Konu açıp muhabbet etmeye çalışmadı. Tatlı sıcaklığı ve soluğunun ağır ritmi ile yanımda durdu sadece. Çekindiğinden belki de. Benden birkaç adım uzakta yürüyor, yürürken önüne bakıyordu. Bunu bilerek yaptığını, bana dokunmamak için incelikli bir çaba sarf ettiğini anladım. İlk defa bu kadar uzak ve yabancı hissettim. O kısacık anda geçmişe takılıp kalanın ben olduğumu, her şeyi tek başıma yaşadığımı düşündüm. Birden kendimi bütün bu olanların dışında bırakılmış hissettim. Böyle hissetmek için bir sebebim yoktu halbuki.

"Burası değil mi? Sangwoo'nun yeri."

"Öyle."

"İçeri girelim istersen. Ayakta kalmak yerine oturur bekleriz."

Abimin Kankası; Benim Baş Düşmanım 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin