hassasiyet kavramı • hayatın ardı

3K 243 41
                                    


Yeni arkadaşlarıma alışmıştım. Biriyle yakın olmuştuk, tatlı bir kızdı. Dudağımdaki izi sordu, hikayesini anlattım. Beni bu anıya iten sohbet içimdeki hasreti kamçıladı. İlk gün ağladım. Sonra yurttaki odamda, kendi yatağımda uyuyakaldım. Ertesi gün daha dinçtim. Yurtta kalıyor olmam, yurttaki kızlarla kaynaşmama yardımcı oldu. Bazıları sinir bozucu tipler olsa da onlardan uzak kalıyordum. Havalı, kendini beğenmiş, tek derdi insanların ne giydiği ve ne yaptığı olan insanlara ben yakın olamıyordum.

Okuduğum kitabın arasına bir kaç fotoğraf koymuştum. Evi özledikçe  onlara bakıyordum. Akşamları annemin bana verdiği tuşlu telefonla evi arıyor, seslerini duyuyordum. Yine özlemiştim. Önce ailemle konuşup hasret gidermeye çalıştım. Sonrasında Zeliha teyzeyi aradım. Mutlu oldu, sohbet ettik biraz. Ramazan amca arkadan selam söyledi, ben de ona selam söyledim. Selma aldı telefonu, bir sürü soru sordu okulla ve yurtla ilgili. Cevapladım hepsini. Sonra arkadan Sefa'nın sesi geldi. "Kiminle konuşuyorsun?"

"Hülyayla."
Her ne kadar Sefa her seferinde kız kardeşine bana Hülya değil abla demesini söylese de Selma beni arkadaşı olarak görüyor ve ismimle hitap ediyordu. Alışmıştık hepimiz, ben de sorun etmiyordum.

"Nasılmış? İyi miymiş? Bir sıkıntısı var mıymış?"

Sefa'ya sitem ederek "Müsaade et de konuşalım! Sorarım izin verirsen abi." diye çıkıştı Selma.

"Abine biraz kibar davranamaz mısın Selma?" dediğimde şaşırmış olmalı ki bir süre sustu. "Sefa belli etmeyebilir ama hassas biri. Kırılabilir. Küçükken de gizlice ağlardı zaten. Ona biraz daha özenli davran. O senin abin ve iyi bir insan."

Selmadan ses gelmese de arkadan "Haklı, Hülya'nın sözünü bu konuda da dinlersin inşallah kardeşim." diyen Sefa'yı işittim. Dediklerimi duyduğunu anlayınca biraz çekinsem de bir kaç dakika sonra yeniden rahatlamışım. Sefa'ydı bu sonuçta, yabancı değildi ve kötü bir şey söylememiştim.

"Peki." dedi Selma. Sonra Sefa bana selam söylemesini söyleyip gitti, biraz daha konuşup telefonu kapattık. Sude'yi de aradım. Tabi annesinden aradım. Telefonumuz yoktu. Benim de uzağa gittiğim için bir tane olmuştu. Onu da çok özlemiştim. Sesini duymak iyi geldi. Telefonu yastığın yanına koyup yatağıma uzandım. Tavanı seyrettim bir süre.

Evden uzakta olmak zordu. Sevdiklerinden uzakta olmak zordu. Alışkanlıkların yıkılması ve yeni bir düzene ayak uydurmak da epey zahmetliydi. Ama yine de mutluydum çünkü hayallerim vardı ve onlara giden yol buradan geçiyordu.

Zahmet olmadan rahmet olmazdı. Rahmetli baabaannem de öyle derdi hep. İnsan bir gül bahçesine doğru koşuyorsa elbet ayaklarına diken batacaktı.

☼

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bir insanı ne kadar tanıyabiliriz? Bazen çok iyi bildiğimizi düşündüklerimizin bir davranışına, bir düşüncesine, bir sözüne bile şaşıp kalmaz mıyız? Kendimizi bile tanımazken, kendi derinliklerimizden bile habersizken; bir başkasını ne denli bilebiliriz ki zaten? Birini tanıdığını düşünmek yanılsamadır. Çünkü hayat bazen insanlara öyle şeyler yaptırır ki hiç tanıdığınız kişinin yapacağı şey değildir karşılaştığınız. Çünkü insan kat kattır. O katlar açılır, kapanır, ferahlar, daralır ve etkiler eylemleri. Karşınızdakinin yüzünde hiç bilmediğiniz bir ifade yakalarken bulursunuz kendinizi. Ya kendiniz? Bazen yaptıklarımıza şaşmaz mıyız sahi? ''Bunu ben mi söyledim? Bunu ben mi yaptım!?'' demez miyiz, iyisiyle kötüsüyle. Kendimizi bile şaşırtıyoruz hayatta, birbirimizi nasıl şaşırtmayalım. İşte bundan ötürü ''Değiştin.'' demeyin kimseye. İnsanlar değişmez, insanların olaylara verdiği tepkiler değişir. Dönütleri, duruşları, tutumları etkilenir hayatın tüm o akıp giden ânlarından; dün aynı olaya gülerken bugün ağlarız, yarın da sumrumuzda dahi olmaz belki. İnsan bu, bilinmez, içinde neler neler saklı. Su yüzüne çıkmayı bekliyor, doğru anı kolluyor.

-s.k.

🍒

"Her kim kendisini tanırsa rabbini tanır." (Hz. Resulullah)

Bunun kendisi oldukça net ve açıktır: Her kim kendisini tanıyamazsa başkalarını da tanıyamaz, zira hiçbir şey sana kendinden daha yakın değildir, kendini tanımadan başkalarını mı tanıyacaksın?

"To ki der ilm-i hud zebun başi
Arif-i kirdikar çun başi"
'' Sen daha kendini tanımaktan acizsin, Yaradanı mı tanıyıvereceksin!?''

Artık kendi hakikatini talep etmelisin ki; ne olduğun, kim olduğun, nereden geldiğin, nereye gideceğin, bu menzilde kaç gün duracağın, niçin geldiğini, seni niçin yarattıklarını, bu aza ve bedeni hangi sebepten sana verdiklerini, kudret ve ihtiyar dizginlerini hangi nedenden ötürü senin eline verdiklerini bilesin.

Saadetinin ne olduğunu, neyde olduğunu ve yokluğunun ne olduğunu bilmen gerekir.

🍒

Pek çokları hayatını sadece "yaşamak" yahut "yaşamış olmak" bilinçsizliğiyle sürdürür. Benliğinin farkında değildir, sınırlarını bilemez; kendini hiç tanımaz; belki de tanıyamaz. Hayatı bir gün tükeniverir ve geride kalan yalnızca posadır; yani yük, daha doğrusu atık! Kendini tanımak en güç ve en hayatî meselesidir insanın. Önce hayat felsefesinde, hayat görüşünde böyle bir problematik olmalı: kendimi tanımalıyım evvela demeli insan. Aksi halde işi, durumu ne olursa olsun yalnızca yaşayıp gider; "iki kapılı han"ın bir kapısından girer diğerinden çıkıverir!

Bir şeyi değerlendirmek, ondan istifade etmek, onu düzene sokmak önce onu tanımakla mümkün. Tanımıyorsan şekil veremezsin kendine.  Önce kendini tanı, maksadını belirle; sonra o doğrultuda çalış. Bu tavsiyenin ilk kısmı için de "okumak" gerek, kitaba eğilmek, emek sarf etmek, düşünmek gerek. 

Evet, kendini keşfetmek, ne olduğunu, ne olmadığını, neye gücünün yetebileceğini ve neye yetmeyeceğini bilebilmek ancak bu yolla mümkün. Kendini keşiften sonrası çok daha kolay. Zira kendini keşfeden kişi maksadını belirler; olmak istediklerini hayal eder bir bir. Sonra bu doğrultuda ter döker, didinir. Yılgınlık yaşamaz mı hiç? Elbette yaşar; fakat onu yeniden ayağa kaldıracak, yeniden motive edecek dürtüler hazırdır: hayalleri! Kendini bilmeyen ise hayatın baharında tanışır mağlubiyetle! 

🍒

İnsan yaratıldığından bu yana, en büyük problemlerinden biri de kendini tanıyamama veya kendisi olamama problemidir. Kendini ve fıtratını tanımayan, yani kendisi olamayan; kendisiyle barışık olamaz. Bu tür insanlar adeta hayattan küsmüş, kendini yalnız ve kimsesiz hisseden mutsuz insanlardır. Kendini tanımayan ve kendisiyle barışık ve mutlu olamayanlar; insanları mutlu edecek medeniyetler de inşa edemezler. Çünkü kuracakları medeniyetler de kendileri gibi olur.

Bunu şöyle bir örnekle açıklamak gerekirse: İç âlemlerinde iletişim bozukluğu olanlar, dış dünyaları, kırık bir aynaya yansıyan cisimlere benzer. Yani iç dünyaları nasılsa, dış dünyaları da öyle olur. Çünkü "Herkesin bu âlemde hususi birer âlemi ve birer kâinatı vardır." İnsanın dış dünyası kendi iç dünyalarının aynası ve yansımalarıdır.

Kur'an'ın ilk emrinin "oku"ile başlaması, Kur'an'ın okumaya verdiği önemle birlikte, insanın kendini okumasına vurgu yapıldığı da göz ardı edilmemelidir.

"Ey kendini insan bilen insan! Kendini oku! Yoksa hayvan ve câmid (cansız) hükmünde insan olmak ihtimali var." 
(Bediüzzaman)

● "Kendini bil"
(Sokrat)

● "İlim ilim bilmektir 
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin 
 Ya nice okumaktır"
(Yûnus Emre)

● "Bayram özünü bildi 
Bileni anda buldu 
Bulan ol kendi oldu 
Sen seni bil sen seni"
(Hacı Bayrâm-ı Velî)

Marifetlerin en üstünü insanın kendisini tanımasıdır ve en büyük cahillik ise insanın kendini tanımamasıdır.

🍒

https://www.ehlibeytalimleri.com/nefsini-tanimak_d12695.html

https://gencdergisi.com/2514-10-soruda-sen-kimsin.html

https://insanvehayat.com/kendini-tanimak/

https://www.risalehaber.com/kendini-tanima-uzerine-bir-yolculuk-17809yy.htm

BekleyişWhere stories live. Discover now