9. Bölüm ➰ RA

1.3K 209 83
                                    

Başlamadan önce, hikayeme destek olmak için yorum yapmayı, beğenmeyi unutmayın lütfen! 🖤

Bölüm şarkısı:
Tales Of The Forgotten - Believe

*9. Bölüm: RA*

Hayat, gariptir. Acımasızdır. Kendi kurallarını koyar, sizin kurallarınızı yok sayar. Elden gelen iki şey vardır; hayatı kurallarına göre oynamak ya da pes etmek.

Ben pes etmeyecektim. Ama hayatı kurallarına göre oynamaya da hiç niyetim yoktu. Aynı zaman çizgisinde ilerlemiyorduk ne de olsa. Benim bir ayağım gelecekteydi. Ben, o gelecekteki kötülükleri daha büyük kötülüklerle değiştirecektim. Kazanmak için iyi biri olmama gerek yoktu. Zaten hayat, iyilere kazandırmayı pek sevmezdi.

Tam da bu sebeple, içimde uzun zamandır uyuyan yanıma kucak açtım. O yanım, kaybetmek için fazla kötüydü. Küçük bir çocuğun gözünü bile kırpmadan ailesini öldürmesini sağlayacak kadar, genç bir kadının kendisini kaçıran kişiyi ölüme sürükledikten sonra en ufak bir üzüntü bile hissetmemesini sağlayacak kadar kötüydü. İşte o yanım karşıma çıkan serseri tipli gencin bahsettiği avcıydı. Rüya Avcısı.

Zihnimde sahneye çağırılıp bir köşede unutulmuş bir konuk oyuncu gibi izlediğim her cinayetin sebebi, amansızca aklımı kurcalayan her sorunun cevabı, yaşadığım hissizliğin kaynağıydı o avcı.

Bir virüs ya da bir zehir gibi beni ele geçiriyor, uyuduğu her günün acısını çıkarmak istiyordu. İstiyordum. O, bedenimin ev sahipliği yaptığı acınası ruhumdu. Ve o ruhun dışını saran et ve kemikler, bir katilin bedenini oluşturdu. Artık bu katilin bedeni sadece acınası değil, aynı zamanda çürüyen bir ruha ev sahipliği yapıyordu. Artık sadece parmaklarım değil, yüzüm, dilim, ruhum, zihnim ve kalbim de kana bulanmıştı. Bu parmakların dokunduğu, bu yüzün çevrildiği, bu dilin seslendiği, bu ruhun kapılarını açtığı ve bu kalbin sevdiği herkes kana bulanacak, o kanla kirlenecekti.

Neden mi? Çünkü avcı, uykusundan uyanmıştı. Kurbanlarını kurtarırken katilleri öldürmek için sabırsızdı. Ve onu hiçbir şey, hiç kimse durduramazdı.

Hayat, oyunda devamlı hile yapan yaramaz bir çocuk gibiydi. Ne zaman ne yapacağını değil, ne yapmayacağını kestirebiliyorduk ancak. Bu defa hayat bana kıyak geçmek istemiş olacak ki, uzun zamandır aklımı kemiren gerçekleri bir serseri tiplinin varlığı olarak çıkardı karşıma.

"Sen bir Rüya Avcısı'sın."

"Ben... Ben neyim? Avcı mı?"

Her geçen günde içimdeki zehre bir isim bulmak isteyip, olduğum kişiyi tanımlamaya çalıştım. Her seferinde beni yolun sonunda göğe uzanan, kocaman bir duvar karşıladı. Hiçliğin ortasında sürüklendiğimi düşünürken, hayat zarlarını benim önüme fırlattı ve aradığım gerçeği bana uzattı. Dilim tutulmuş, bunca yıldır çektiklerim gözümün önünden birer birer geçmişti ama şaşırtıcı hızda sahiplenmiştim bana uzatılan bu kimliği. Rüya Avcısı. Bir avcı, ölüme ve öldürmeye aç bir avcı.

"Avcısın," dedi sakin bir tonla. Sağ kolunu havaya kaldırdı ve tutmayacağımı bile bile elini bana uzattı.

"Kimsin sen?" Havadaki eline, sonra da yüzüne baktım. Nasıl rahattı bu kadar? Benim duyduklarımı sindirebilmek için saatlere ihtiyacım varken o nasıl bu kadar rahat bir ifadeyle bana kim olduğumu söyleyebiliyordu?

"Sarp." Havadaki elini indirmedi, yüzüme bakmaya devam etti. "Sen de Asya'sın."

"Evet, ben Asya'yım. Sadece Asya."

RÜYALARIN PEŞİNDEWhere stories live. Discover now