12; yük

3.5K 518 140
                                    

  "TaeTae?" Petunia kapıyı aralayarak başını yavaşça içeri uzatıp seslendiğinde Taehyung oturduğu yerde, Jungkook'un yatağında, başını sesin geldiği yöne doğru çevirmişti. "Şekerim, odanda göremeyince merak ettim seni."

"Üzgünüm," diye mırıldandı yavaşça ayaklanarak. Sahildeki eşyalarını topladıktan sonra Jungkook'unkileri odasına getirip yatağına oturmuş, etrafını saran kokusuyla bir daha hareket edememişti.

"Yemek saati," dedi Petunia kapıyı iyice açarak. "Hadi gel."

"Kookie geldi mi?" diye sordu Taehyung, yaşlı kadına doğru yürürken. Birlikte odadan çıkıp kapıyı arkalarından çekmiş ve zemin kata inen merdivenlere yönelmişlerdi. Taehyung, Petunia'nın birkaç adım gerisindeydi. "Daha gelmedi," diye yanıtlandı sorusu. "Et yemeği yaptım, Kookie dolaptaki turşudan sana vermemi istedi."

"Turşu mu?"

"Lahana turşusu var ya sizin, ondan." Kimçi. Jungkook'un bittikçe gidip kasabanın diğer ucundaki Kore restoranından yenisini aldığı o koca kavanozdaki kimçi. İki aydır ne zaman kendine çıkarsa Taehyung'un tepsisine de koyduğu, ev özlemlerini bir nebze de olsa bastırmalarına yardımcı olan kimçi. Taehyung o kimçiden şimdi ilk defa, Jungkook olmadan yiyecekti.

Hava güzel olduğu için yemek odasındaki masalardan birkaçı arka bahçeye çıkarılmıştı ama bahçe zaten altı metrekare genişliğinde olduğu için kimse yoktu, Taehyung da aslında yemeyeceği ama Petunia'nın tepsisine zorla doldurduğu yiyeceklerle ormana bakan bahçeye çıkmış, yalnızca birkaç metre ilerisinde göğe yükselen dev ağaçları izlemeye başlamıştı.

Petunia beş dakikada bir gelip Taehyung'u kontrol ediyor, ağzına bir lokma almadığını fark edince de kızıyordu. En sonunda pes edercesine karşısındaki sandalyeye oturdu. "Yüzündeki bakışı beğenmedim, şekerim," diye başladı konuşmaya. "Ormana gitmeyi düşünmüyorsun, herhalde?"

Taehyung omuz silkti.

"Yarın, hava aydınlıkken buraya gelirsen kırmızı sincapları görebilirsin," diye devam etti Petunia. "Ama ormanın derinlerine gitmek çok tehlikeli."

"Şu an tehlikeli bir şeyler yapmaya ihtiyacım var," diye mırıldandı Taehyung, Petunia "Efendim?" diye karşılık verdiğinde de Korece konuştuğunu anladı. Ne yaparsa yapsın kafasını toplayıp bulunduğu ana odaklanamıyordu, Jungkook bir türlü aklından çıkmıyordu. Bir saate döneceğini söylemişti, hatta o kadar sürmeyeceğini söylemişti ama hala gelmemişti. İç geçirerek başını ellerinin arasına aldı.

"TaeTae," diye mırıldandı Petunia, üzgünce.

"Senin de canın sıkılıyor benim yanımda," diye karşılık verdi Taehyung. "Ormana girmeyeceğim, söz. Hadi gidip işlerini hallet sen."

Petunia birkaç saniye boyunca onu dikkatle süzüp en sonunda sözüne güvenmiş ve pes edercesine ayaklanıp pansiyona girmişti. Derin bir nefes alıp Petunia'nın çıkardığı kimçiden bir parça attı ağzına, ormandan gelen böcek sesleri pansiyondan gelen insan seslerine karışırken dakikalarca çiğnedi aynı lokmayı. Yemesi lazımdı. Jungkook gelirken şarap alacaktı. Aç karna alkol alırsa daha ilk bardakta sarhoş olur, Jungkook'un karşısında bülbül gibi öterdi. Son birkaç saattir olup bitenler ona Jungkook'u kaybetmenin nasıl hissettireceğini az da olsa tattırmış gibiydi, Jungkook'un karşısında babasının adını hayatta ağzına alamazdı. Ama yiyemedi. Kendini ikna etmek için tüm bu cümleleri kurup beyninin içinde döndürdü ama oturduğu yerde iki büklüm kıvranmasına sebep olan mide bulantısının önüne geçemedi. İçki de içmeyiversindi, Jungkook içerken onu izlerdi.

Ah, Jungkook bir gelseydi.

Taehyung orada ne kadar öyle oturduğunu bilmiyordu ama yemek saati bitmiş olmalıydı ki Petunia bahçeye geri dönmüş ve tepside artık yenmeyecek hale gelen yiyeceklere yüzünü buruşturmuştu. Onun tepkisi Taehyung'un umrunda değildi, pansiyondaki kimse Jungkook için yeterince endişelenmiyordu. Elbette, kaygı bozukluğunun şu hali üzerinde çok büyük bir etkisi vardı ama Taehyung yine de kimsenin gereken özeni göstermediğini düşünüyordu. Jungkook o kavgaya bu bina için girişmişti. Burada kalanlar kalmaya devam edebilsin, Petunia burayı yönetebilsin diye girmişti. Vatandaşı olmadığı bir ülkede arkası sağlam bir adamın kaşını patlatmıştı. Bir saat geçmeden dönmüş olması gerekiyordu ama karakola sözde ifade vermeye gideli iki saati geçmişti.

the boarding house // taekookWhere stories live. Discover now