15; one time for the present, two time for the past

3.6K 501 435
                                    

tw: homofobi, aile içi şiddet

_______________________________

5 yıl önce

Jungkook gözlerini başındaki şiddetli ağrı yüzünden sıkıca yumarken yatağının başında dikilen annesi daha fazla dayanamayarak seslenmiş ve genç adamın bir an için panik olmasını sağlamıştı. Annesinin sesini duyabilmesi için eve gelmiş olması gerekiyordu ve Jungkook eve geldiğini hatırlamıyordu.

"Baban evde değil," dedi annesi en sonunda, Jungkook gümleyen kalbi yeterince belli etmiyormuş gibi uyuyor rolü yapmaya devam ederken. "Avukatlarla buluşmaya gitti, dün gece yarattığın pisliği temizliyor."

Yutkundu, ağlamaya başlayacakmış gibi hissediyordu. Yavaşça araladı gözlerini, pencereden içeri süzülen ışık onu rahatsız etmişti ama korkudan yüzünü bile buruşturamıyordu. "Bugün okula gitmeyeceksin." diye devam etti kadın. "Akşam baban eve gelene kadar odandan çıkmayacaksın. Telefonun nerede?"

Odanın diğer tarafından gelen seslerle dirseklerinin üzerinde yükselmiş ve masaüstü bilgisayarını toparlayan hizmetçileri görmüştü. "Anne?" dedi korkuyla.

"Telefonun nerede, Jungkook?"

Panik içinde ayaklanmaya çalıştı, doğrulduğu sırada beyninin kafatasının duvarlarına çarptığını hissetmişti. Dün geceye dair hiçbir şey hatırlamıyordu ve bu kadar ağır bir şeyi kendi rızasıyla içmiş olmasına imkan yoktu. Telefonunun nerede olduğunu da bilmiyordu dolayısıyla, bir umut yerde sürünen okul çantasına eğildi. Neyse ki cihaz çantadaydı, çıkarmasıyla annesinin parmaklarından koparırcasına alması bir olmuştu. "Çalışanlar yemeklerini getirecek." Başka bir şey daha söylemeden kapıya yöneldi.

"Anne, bekle!" Kadının peşinden koştu. "Hiçbir şey hatırlamıyorum, dün gece-"

Annesi onu dinlemeden odadan çıkmış ve Jungkook'u hizmetçilerle başbaşa bırakmıştı. Akşam babası gelene kadar odadan çıkamayacağı söylendiği için ayakları bir adım öteye gidememişti. Ağlamaya başlarken ellerini kaldırıp saçlarını kavradı, delirecek gibi hissediyordu.

Odada, dış dünyayla bütün ilişkisi kesilmişken pencere pervazına oturmuş bahçeyi izliyordu ki, çalışanlardan birisi tepside kahvaltısını getirmişti. "Noona!" diyerek, panik içinde indi pervazdan. "Telefonunu kullanabilir miyim? Abimin numarası vardır sende, değil mi?"

Tepsiyi bilgisayarının yokluğunda çırılçıplak görünen masaya bırakırken genç kadının yüzü acıyla buruşmuştu. "Üzgünüm, Jungkook. Kesin emir var."

"Tamam, tamam," dedi Jungkook başka bir çıkış yolu düşünmeye çalışarak. "Benim yerime sen konuş, ne olursun! Mesaj atsan da olur."

"Jungkook-"

"De ki, Jungkook'un suçu yok. Böyle söyle, anladın mı? Hiçbir şey hatırlamıyorum, lütfen, beni kurtarması lazım!"

Kadın üzüntüyle iç geçirdi. "Özür dilerim," Başka bir şey daha söylemeden hızlı adımlarla odadan çıkmış ve kapıyı da arkasından kapatmıştı. Jungkook umutsuzca çöktü yere, kollarını bacaklarının etrafına sardı.

**

"Fotoğrafları yok etmeyi başardık," Babası konuşurken bir yandan da Jungkook'un odası boyunca bir ileri bir geri, yavaş yavaş, karşısındakini gerercesine yürüyordu. Oğlunun yüzüne bakmak istemiyor gibiydi. "Okuldan kaydın alındı, pazartesiden itibaren evde eğitim görmeye başlayacaksın."

the boarding house // taekookWhere stories live. Discover now