14; fire

4K 470 430
                                    

hayırlı olsun, kitabın 6k kelimelik bölümlerine gelmiş bulunuyoruz dhgjksgsk yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. iyi okumalar, mika out

____________________________ 

 Ojelerini sakladığı kutusuyla beraber heyecanla pansiyonun kapısından çıkmış ve Taehyung'un yarım saat önce ineceğini söylediği sahile doğru hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı Jungkook. Yaşça büyük olan uzun zamandır uğraştığı resme devam edeceğini söyleyerek bu sabah onunla koşmaya gelmemişti ve Jungkook günün her saatini Taehyung'la birlikte geçirmeye alıştığı için sabahki yokluğunu telafi etmeye can atıyordu.

Taehyung kumsalda kulaklıklarını takmış telefonuyla konuşurken bir yandan da Jungkook'un dün ona kasabadan getirdiği çileklerden yiyordu, ilgisinin tamamı hattın diğer ucunda olmalıydı ki Jungkook'un yaklaştığını fark etmemişti. "İki buçuk hafta kaldı," diyordu Jungkook onu duyabileceği mesafeye henüz girmişken. "Bilet bakmaya başlamam lazım."

Duyduğu şeyle beraber Jungkook'un ayakları olduğu yere gömülmüş, suratını kaplayan gülümseme öylece donuvermişti. Taehyung'un kalma izni bitiyordu ve genç adam iznini uzatmakla ilgili hiçbir şey söylememişti. Petunia'yla aralarında geçen sürtüşmeden sonra Jungkook Taehyung'a kendisiyle başka bir yere gitmeyi teklif edecekti, gerçekten, son zamanlarda bütün hayalleri bu yöndeydi ama o daha bu teklifi sunamadan Taehyung Kore'ye dönmeye karar vermiş gibi görünüyordu.

"Bilmiyorum," diye devam etti Taehyung, ısırdığı çileği kucağındaki plastik kaba geri bırakırken. İştahı kaçmış gibiydi. "Sormadım." İç geçirdi. "Sormayacağım."

Jungkook daha fazla dayanamadı. Taehyung'u daha fazla dinlemek istemiyordu, bu yüzden sahile henüz gelmiş gibi "Taehyung!" diye seslendi ve yüzüne yeni, sahte bir gülümseme kondurup yaşça büyük olana doğru ilerlemeye kaldığı yerden devam etti. Taehyung onun sesini duyunca oturduğu yerde korkuyla sıçramış, bütün vücudunu kaplayan bir panik dalgasıyla gözlerini iri iri açmıştı. "Sonra ararım," dedi panik içinde telefona, Jungkook onun yanına otururken. Kulaklıklarını çıkarıp riskli olduğunu bile bile kumların üstüne bıraktı. "Jungkook?"

"Rita ona hala ojeli fotoğraf atmadık diye alınmış," dedi Jungkook bakışlarını kaçırmaya çalışarak. Taehyung'un gözlerine biraz daha bakacak olsaydı ağlamaya başlayacakmış gibi hissediyordu çünkü. "Hepsini getirdim, hadi bir tane seçelim." Kutunun kapağını açtı.

Taehyung birkaç saniye boyunca ilgiyle onu izlemiş ve herhangi bir şey duyup duymadığını anlamaya çalışmıştı. Duysaydı böyle davranmayacağını biliyordu ama yine de, Jungkook'un dudaklarındaki yalancı gülümsemeye anlam veremiyordu. "Jungkook?" diye yineledi. "İyi misin?"

Küçük olanın gülümsemesi soldu. Konu Taehyung'a karşı beslediği hisler olunca rol yapamıyor, yapmak da istemiyordu. "Seni özledim," diye mırıldandı. Taehyung'sa aldığı cevaba kolayca kanmış, Jungkook'un sadece bu sabahki birkaç saatlik ayrılıklarından bahsettiğini düşünerek tek eliyle çenesini avuçlamıştı. Ama Jungkook sadece bu sabahtan bahsetmiyordu. Jungkook aslında seni özleyeceğim, diyordu. Sen Kore'ye döndüğünde ve artık geceleri kapını çalıp yastığını seninle paylaşamadığımda, Petunia bizi aynı odada uyuyorken yakalarsa diye sabah benden önce kalkıp beni erkenden odama yollamadığında, koşarken bana yetişmeye çalışıp nefessiz kalmadığında ve beni geçmene izin verdiğimde bana dil çıkarmadığında, tanrı aşkına, Taehyung, ben seni çok özleyeceğim.

"Ne renk yapalım?" diye sorarak ilgisini Jungkook'un kucağındaki kutuya çevirdi Taehyung ve gördüğü şeyle gülmeye başladı. "Bunların hepsi siyah."

the boarding house // taekookDonde viven las historias. Descúbrelo ahora