48

33.2K 3.3K 509
                                    

Selamın aleykümm

Bu bölüm Yusuf Taha ve Bukre bölümü...  ♥️♥️ Yorumlarınızı eksik etmeyin

Bu arada yeni bir kurgu yazmaya başladım ama Dinle Beni Bi bitmeden onu yayınlamam sanırım, bitse de yayınlar mıyım bilmem ama başka kurgularımda da benimle misiniz ballar?

Bu bölüm için sınır ;

Oy 40 Yorum 100

***

Sinirden elim ayağım titrerken elimdeki navigasyona bir kez daha kızdım içimden. Telefonumun şarjını yediği yetmiyormuş gibi istediğim yolu da bulamamıştı.

Robot bozuntusu.

Elimi cebimden çıkarıp ofladım. Resmen sürekli yanından geçtiğim yollarda kaybolmuştum. Aslında sorun bende değildi, o kadar çok sokak yapmışlardı ki her sokak bir birine benzediğinden hangisinden çıktığımı kavrayamıyordum.  Keşke babamı dinleyip onunla gelseydim. Babannem ve dedemi ziyaret için Şentepe'ye gelmiştim ama hesap etmediğim şey dönüşte kaybolacağımdı. Uzun süre gelmediğim için haliyle yolları epey karıştırmıştım.

En iyisi babamı aramaktı, o bir şekilde bulur alırdı beni.

Telefonumu geri cebimden çıkardığımda bugün kaçıncı şanssızlığım hesaplayamadım ama telefonum kapalıydı. Şarjı bitmişti  navigasyon yüzünden. Sinirden burnumun ucunun kızardığını hissederken kararmaya başlayan hava da tuzu biberi oluyordu sinirimin üstüne.

Yol iz bilmiyordum, ne yapacaktım ben? Bir Allah'ın kulu bile yoktu sokakta ve bu beni daha da çok korkutuyordu.

Hafiften korkmaya başlarken ailemin ne kadar endişeleneceğini düşündüm. Babam kesinlikle delirmiş olmalıydı, annemi düşünemiyordum bile. Yürüdükçe kaybolacağımı bildiğimden kaldırıma oturdum belki bir insan geçerde yardım isterim umuduyla. Ne kadar saçma sokaklardı buralar öyle?

***
Neredeyse 2 saat 48 dakikadır buradaydım.

Kolumdaki saate bakmayı kesip üşüyen kollarımı ovuşturdum elimle. Sabaha kadar burada dursam acaba ölür müydüm?

Ben böyle düşünüyordum ama peki ya dışarıda kalanlar ne yapıyordu? Allah hepsinin yardımcısı olsun.

Oturmanın bir işe yaramadığını anlayıp belki bir Allah'ın kulunu bulurum umuduyla kalktım ve geldiğim yerin tam tersi yere yürümeye başladım. Issızlık öyle çok korkutuyordu ki beni gözlerim dolsa da şuan zamanı değildi.

Oradan oraya dolanırken pes edip duvara yaslandım. Bulamayacaklardı beni. Nasıl böyle bir aptallık yapıp kestirmeden gitmeyi seçerdim ki?

Ümidim kar misali erirken ağlamamak için sıktığım dişlerim bir işe yaramadı ve gözümden bir damla yaş düştü. Allah'ım ne yapacaktım ben bu soğukta?

Damla damla yaş akarken elimi cebime atıp bir kez daha denedim telefonumu açmayı, ama açılmıyordu.

"Çalış işte çalış! Nolur çalış artık!"

Hıçkırarak ağlarken "Bukre!" diye bir bağırış duydum. Ağlamam bıçak gibi kesildi, sesin geldiği yere baktım.

Yusuf Taha endişeli bir şekilde sokağın başından bana doğru koşuyordu. Can kurtaranımı bulmuş misali yüreğime bir serinlik çöktü, kalbim rahatladı. Öyle bir rahatlamış hissediyordum ki şuan... Haram olmasa çoktan atlamıştım boynuna.

"İyi misin gül güzeli? Ne olursun iyiyim de. İndirme yüreğime!" Telaşla yanımda durup hasar kontrolü yaparken yüzümdeki yaşlar dursa da kocaman gülümsemiştim.

Artık farkındaydım, bu çocuk benim kaderimmiş gibi hissediyordum.

"İ-iyiyim, sadece..." dedim ve duraksadım biraz. "Sadece biraz korkmuş olabilirim."

Yüzü biraz olsun rahatlarken titrediğimi fark edip hemen üzerindeki montu çıkarttı. İtiraz etmeme fırsat vermeden omuzlarıma bıraktı. Öyle temassız ve dikkatli olmaya çalışıyordu ki, bir kez daha hayran kaldım ona. Elini ensesine atıp kaşıdı ve bana bakmadan konuştu.

"Ben bir kaç adım önünden gideyim, böylesi daha uygun." Daha sonra telaşla fikrini değiştirip "Ya da sen önden git, arkandan ben geleyim."

"Tamam."

Yüreğim öyle bir ısınmıştı ki ona karşı... Bir an, sadece bir an ona bakmak istedim. Ama olmaz dedi aklım ve kalbim aynı anda.

Bu dünya için öbür tarafa odun taşıma...

Önden ilerlerken arkamda olduğunu bilmek bana tarifsiz bir güven veriyordu. Olmam gereken yerin onun yanıymış gibi hissetmem çok mu anormaldi? Yüzümde hâlâ belli bir tebessüm duruyorken onun mırıltısını duydum arkamdan.

"Kaç saattir seni arıyoruz."

"Arıyoruz?"

"Ailen ben, arkadaşların ve benim arkadaşlarım." Anlaşılan o ki tüm Ankara seferber olmuş beni arıyordu. Kim bilir annem ve babam ne haldeydi?

"Yolumu kaybettim resmen. Sen biliyorsun değil mi yolu? Buralar hep aynı görünüyor." dediğimde kısa bir 'evet' cevabı vermişti. Sonrasında hiç konuşmamıştık zaten.

Yaklaşık 15 dakika sonra konuştu.

"Her şey için özür dilerim."

Kaşlarımı çattım. Büyük ihtimal şu anonimlik olayından bahsediyordu. İlk yazdığı zamanlar aklıma gelince güldüm kendi kendime. Gerçekten beni deli etmişti. Dediği şeye cevap vermeyip yürümeye devam ettim. Her ne kadar konuşmak istesem de doğru olmadığı için susmak zorundaydım. Korku hâlâ üzerimdeydi fakat Yusuf Taha gelince azalmıştı.

Evlenme teklifini kabul etmiştim, bu bile dizlerimin bağının çözülmesine sebep oluyordu. Kalbimde bir savaş vardı ve bu savaşın galibinin kim olacağı meçhuldü. 

Kaç dakika yürüdük bilmiyorum ama en sonunda ana caddeye varınca şükrettim. Bir an gerçekten bir daha iç bulunamayacağımı düşünmüştüm. Beni bulan ise müstakbel eşimdi.

Eliyle bir taksiyi durdurup benim için arka kapıyı açtı ve ben binince kendisi de şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturdu. Öyle çok yorulmuştum ki, gözlerim kapanmasın diye güç sarf ediyordum resmen. Yaklaşık bir saat sonra taksi durunca evime geldiğimi anladım. Hızla taksiden inerken Yusuf Taha'da benimle birlikte inip binamın kapısına yöneldi. Daha sonra durup arkasını döndü ve bana bakmadan konuşmaya başladı.

"Ailenin haberi var, söyledim onlara endişelenmesinler diye." 

Kafamı sallayıp eve yöneldiğim sırada durup dudaklarımı dişledim. Kısık çıkan sesimle arkamı dönmeden "Çok teşekkür ederim, iyi ki geldin." Hayatıma.

Hiçbir cevap alamayınca konuşmayacağını anlayıp binadan içeri girdim ve 2. kata çıktım. Kapımızın önünde durduğumda üzerimdeki ceket duraksamama neden oldu. Ceketi çocuğa geri vermeyi unutmuştum resmen. Alışkanlık olduğundan elimi ceketin  cebine ısınmak için soktuğumda elime çarpan şey ile duraksadım. Ceketin cebinden çıkarıp baktığımda gördüğüm şey mendillerdi. Birkaç tane mendil vardı fakat tuhaf olan bu değildi.

Her mendilin üzerinde bir yazı yazıyordu.

"İlk ağladığında bir mendil verdim..."

Başka bir mendil aldım elime.

"Benden uzakta ağladı...bu mendili ona vereceğim."

Hepsine tek tek baktım.

"İkinci kez yanımda ağladığında...kucağına bıraktım."

Son mendile geldiğimde yüzümde bir gülümseme oluştu.

"Bu mendili onu nasıl sevdiğimi anlattığımda vereceğim."

Peki ben seni sevdiğimi sana nasıl anlatayım?

***

"Ay doğmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene, kabahati ne güneşte ne de ay da ara! Gözlerindeki perdeyi arala!" - Hz.Mevlana

Rabbime emanet olun 💕

Dinle Beni Bi | TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin