3.2

84 4 0
                                    

Küçültücü Erdeme Dair

I

Zerdüşt karaya ayak basınca doğru kendi dağına ve mağarasına gitmedi. Birçok yollardan dolaştı. Çeşitli sorular sorarak açıklama aldı. Ve kendisi için müstehziyane şöyle dedi:

"Şu ırmağa bak ki birçok kıvrımlar yaptıktan sonra kendi mansabına dökülüyor."

Öğrenmek istiyordu; bu aralık insanlar nasıl olmuştu? Büyümüşler miydi yoksa küçülmüşler miydi? Birdenbire bir ara yeni evler gördü, şaşarak sordu: "Bu evler ne olacak? Onları hiçbir büyük ruh kendi sembolü olarak kurmamıştı. Onları bir afacan çocuk oyun kutusundan mı çıkardı? Ah bunları başka bir çocuk da yine kutusuna koysa! Hele şu odacıklara bak! Buraya erkekler girip çıkabilir mi? Bu evleri ipekböceği veya kendilerini de yalatacakları pis kedileri için yaptıkları hissini alıyorum.

Zerdüşt durdu ve düşündü sonra kederli şöyle dedi:

"Her şey küçülmüş her yerde basık kapılar görüyorum. Benim gibileri oradan geçebilir ama bükülerek!

Ah küçüklerin karşısında bükülmeye mecbur kalmayacağım ülkeme, ne zaman varacağım?

Zerdüşt içini çekti ve uzaklara daldı. Aynı gün küçültücü erdem hakkındaki söylevini verdi.

II

Şu halkın arasında dolaşıyorum ve onları inceliyorum. Erdemlerini kıskanmadığım için beni affetmiyorlar.

Onlara; "Küçük insanların küçük erdemlere ihtiyacı vardır. Küçük insanların da gerekli oluşu bana acı geliyor!" dediğim için bana diş biliyorlar.

Ben bu yabancı diyarda tavukların bile ısırdıkları horoza benziyorum, ama bu yüzden tavuklara dargın değilim.

Bütün küçük üzüntülere olduğu gibi, bunlara karşı da kibarım, çünkü dikenlere aleyhtar olmak, sanırım ki ancak kirpilere yaraşır.

Akşamları ateşin etrafında oturdukları zaman, hep benden söz ederler ama beni düşünmezler. Hakkımdaki şamatalar düşüncelerimin üstüne bir örtü çeker, bu sakinliği öğrendim.

Bu karanlık bulut bizden ne istiyor? Dikkatli olalım da bize bir salgın hastalık getirmesin! Birbirleriyle böyle şamata ederler.

Geçenlerde bir kadın bana gelmek isteyen çocuğunu, "Bu adamın gözleri, çocuk ruhlarını yakar" diyerek benden uzaklaştırıyordu.

Ben konuştuğum zaman öksürüyorlar. Sanıyorlar ki öksürük sert rüzgârlara karşı bir siperdir. Mutluluğumun fırtınasını keşfedemiyorlar.

"Bizim, Zerdüşt için henüz zamanımız yok!" diyorlar. Fakat Zerdüşt için olmayan bir zamandan ne çıkar?

Hele beni övmeleri! Bunların övmeleriyle nasıl avunabilirim? O övüş, benim için bir dikenli kuşaktır belimden çıkarırken de bana batar.

Onlardan şunu da öğrendim; öven, bir şey veriyormuş gibi poz alıyor. Oysaki daha fazla armağan almak istiyor.

Ayaklarıma sorun, acaba onların övüşleri ve avutmaları hoşuna gidiyor mu? Böyle bir tiktakla ayaklarım ne dans edebilir ne de sakin durabilir!

Beni överek küçültücü erdemlere kandırmak istiyorlar, ayaklarımı küçük şansın çaldığını oynamaya alıştırmak istiyorlar!

Şu halkın içinde dolaşıyorum ve onları inceliyorum. Onlar küçülmüşlerdir ve gittikçe küçülecekler. Mutlulukları ve erdemleri budur.

Onlar erdemde de alçak gönüllüdürler. Çünkü rahatlık isterler, rahatlıkla ancak alçak gönüllü erdem uyuşur.

Onlar da gerçi kendilerine göre bir yürüme ve ilerleme öğrenirler, ama ben buna aksama derim. Bu halleriyle acelesi olanlar için birer engelden başka bir şey değillerdir.

Böyle Buyurdu ZerdüştWhere stories live. Discover now