30.BÖLÜM : GİRDAP

85 11 96
                                    


Zaman..
Ne kadar kısa bir kelime öyle değil mi? Aksine anlamı uzun olan, önemi zor anlarda anlaşılan. Yeri geldiğinde bir nefes kadar kısa, yeri geldiğinde bir ömür kadar uzun bir süre olabilen.

Ne kadar süredir kapalı olduğunu bilmediğim göz kapaklarım tonlarca kilo ağırlığında gibiydi. Yavaş yavaş gözlerimi araladım. Önce hiç bir şey göremedim her yer bulanıktı. Bir süre gözlerimi ovuşturdum. Ellerim ıslaktı, yüzüm ıslaktı..

Gözlerimi araladığımda nutkum tutuldu. Suyun içindeydim, bir deniz veya okyanustu ve ben suyun içindeydim. İnanmak mümkün değildi. Elimi hakeret ettirerek suyu hissettim ve varlığından emin oldum. Bu gerçekti. Ama nereydim ben? Etrafıma göz gezdirdim. Belki bir umut ışığı bulurum diye.

Güneş bu kez tüm güzelliğiyle değilde tüm öfkesiyle dünyaya veda ediyor gibiydi. Kıpkırmızı gökyüzünün altında masmavi suların içinde yok olup gidiyordum. Dünyadaki gerçek yerimi şu an daha iyi anlıyordum. Sonsuz gökyüzü ve deniz ortasında bir balıkla eşdeğer yer kaplayan ben. Değerimiz bu kadardı işte.

Suyun içinde dönerek etrafıma bakmaya devam ederken elime dokunan şeyle irkildim. Korkudan ne yapacağımı bilemezken tanıdık bir ses takındı kulağıma.

'Defnem. Gün ışığım.' Korkarak usulca arkama baktım. Oradaydı. Tam arkamda elimi tutuyordu. Ona dönmek istedi bedenim, boynuna sarılmak istedi kollarım ama dört tarafım parmaklıklarla cevrilmişti sanki. O kadar dar bir alanda hissettim ki kendimi ne sağa ne de sola dönebildim. Bulduğum ufacık aradan elimi uzatabildim sadece.

'Hissediyorsun biliyorum' dedi Zifiri. Tabii hissediyordum, elimi tutuşunu, kokusunu, nefesini ne kadar istesem de bir şeyler engeldi konuşmama. Huzurla yumdum gözlerimi karşımda olduğunu hayâl ederek. Ve şimdi karşımdaydı. Okyanus kadar derin bakan gözleriyle, sadece benim bildiğim o sımsıcak gülümsemesiyle.

Gözleri bir anda mavinin en koyu tonunu aldı, okyanusun en derin noktası gibi. Gözlerinde oluşan girdap beni kendine çekiyordu ve ben kendimi kaptırmak üzereydim.

'Sana söz veriyorum o adamı öldüreceğim' bunu söyleyen Zifiri'ydi. Gözlerimi hızla açtım ve arkama döndüm. Yoktu, ellerim boştu. Gördüğüm tek şey okyanusun ortasında hızla oluşan ve büyüyen girdaptı.

Girdabı arkamda bırakarak yüzmeye başladım. Hızlı yüzersem kurtulabilirdim. Bir kaç dalışla beraber yorulduğumu hissederek durup arkama baktığımda girdap giderek büyüyordu ve benim kaçacak gücüm kalmamıştı. Teslim oldum.

.....

Geçmek bilmiyordu zaman. Saatten bir haber öylece yoğun bakım ünitesinin önünde oturmuş bekliyordum. Bir haber gelir diye, belki uyanır diye. Elimde kanı, kanım, gözünüm önünden silinmeyen gözleri, burnumdan gitmeyen kokusu.

Kapının açılmasıyla yerimden hızla kalktım. Önce kim olduğunu anlamadığım iki kişi çıktı kapıdan, gözüm arkada beklerken iki hemşire hastane yatağı ile beraber çıktılar yoğun bakım ünitesinden.

'Defnem. Gün ışığım!' Ufacık elinin aldım avuçlarımın arasına, serum vardı elinde. Kim bilir ne kadar yanmıştı canı.

'Müsadenizle hastayı normal odasına alacağız dinlenmesi lazım!' Konuşan genç sese kulak asmadan yüzünü inceledim. Beyaz olan teni imkanı varmış gibi daha da beyazlamıştı. Ormanı andıran gözleri perdelenmişti. Yüzü ifadesizdi. Eli avcumdayken bir elimi kalbinin üzerine koyarak onun gibi gözlerimi kapattım.

'Beyefendi ama..' genç sesi tekrar işittim ama tanıdık bir ses kesti sözünü.

'Derya bırak!' Bu Doktor Hafsa dışında kimse değildi.

ZİFİRİWhere stories live. Discover now