36.BÖLÜM : YÜZLEŞME

148 9 0
                                    

Hep ayın güneşe aşık olduğunu söylediler bize oysa ay güneşe muhtaçtı, ay onun ışığına muhtaçtı ve güneş belki de nefretinden böyle alev alevdi. Kimse bize bundan bahsetmedi. Hep birbirine kavuşamadıklarını anlattılar bize, hep ayın bir dede olduğunu söyleyip onlara cinsiyet belirlediler.

Ya ay; güneş uğruna kendini feda edip beyaz kefeni giyen bir kadınsa, ya güneş onun hasretiyle yanıp kül oluyorsa ve sırf onu yaşatabilmek için ışığını paylaşıyorsa? Bazen konulara başka çerçeveden bakmak gerekir. At gözlükleri ilerlemenizi değil olduğunuz yerde saymanıza neden olur.

Hangimiz güneş, hangimiz ay, kim kimin uğruna yanıyordu ya da kim kime muhtaçtı bilemiyorum ama tek bildiğim şey attığım her adımda önümdeki öfke duvarına bir tuğla daha eklediğimdi. Adımlarım yere sert ve öfkeyle basıyordu. Ayaklarımın altındaki toprak attığım her adımda isyan eden sesler çıkarıyordu.

Kulübe tam karşımda duruyordu. Her şeyin başladığı, her şeyin mahvolduğu, her şeyin değiştiği o yerdeydim.

Beklemeden hızlı adımlarla ilerledim ve hiç bir zaman kilitli olmayan kapıyı hızla açtım. İçeri adımımı atar atmaz yüzler bana döndü. Tek tek baktım gözlerine hepsinin. Güney her zaman hissettirdiği o sıcak ve sahiplenici gözleriyle bana bakarken, Doruk daha önce hiç gözlerinde tanıklık etmediğim bir endişeyle bana bakması kaşlarımı çatmama sebep oldu. Batu bana bakmak yerine etrafına toplandıkları eski ahşap masanın üzerinde birleştirdiği ellerine bakıyordu, Alara ise ellerine kucağında birleştirmiş anlam veremediğim bir duyguyla bakıyordu gözlerime.

Tuttuğum kapının kolunu bırakarak bir kaç adımda masanın önüne durdum. Eski Defne yoktu artık karşılarında ve yeni Defne ile tanışma zamanları gelmişti. Bir an onları özlediğimi fark etsem de öfke duvarıma bir sıra daha çekerek arkasında siper aldım.

'Buğra nerede?' Hızla gözümü dördünün üzerinde gezdirdim. Oturduğu yerden kalkarak yanıma gelen ilk Güney oldu.

'Gel otur istersen Defne.' Elini omzumun üstüne koyacağı an elimi kaldırarak onu durdurdum ve bir adım geriledim.

'Ben kendim bulurum o zaman!' Gözümü hızla kulübenin içinde gezdirsem de elle tutulur bir şey bulamadım. Bakışlarımı eski ahşap zemine çevirdiğimde odanın köşesinde yerde bir çember gördüm. Kimse yokmuş gibi ilerledim ve önünde durdum. Paslanmış çemberi elime alarak çektiğimde ağırlığı beni zorlarken bir ses doldu kulaklarımda.

'Yardım edeyim ister misin?' Güney yanıma yaklaşacağı sırada yüzümü perdeleyen saçlarımı savurarak yüzüne baktım.

'Ben hallederim kimseye ihtiyacım yok.'

'Peki!' Diyerek eski yerine geçti. Zorlanarak da olsa açtığım kapağı gürültüyle zemine çarpmasına izin verirken ellerimi birbirine vurup avucumda biriken tozu yok etmeye çalıştım.

Açtığım kapağın altındaki boşluğa baktım bir süre, karanlık görünüyordu ama bu beni yıldıramazdı. Görüş alanımı engellememesi için saçlarımdan bir tutam alıp kulağımın arkasına sıkıştırarak içinde gördüğüm merdivene ilk adımımı attım. Yaklaşık on basamaklı merdiveni inip etrafıma  baktığımda ilk  gözüme çarpan şey köşede bir taburede öylece oturmuş ve dizlerinin üzerinde birleştirdiği ellerine bakan Zifiri'ydi. Pardon Buğra...

Yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan ampul ortama sisli bir hava katarken gözlerim onun üzerindeydi.

'Geleceğini biliyordum.' Sesi bir anda irkilmeme neden olsa da merdivenin yanında durmaktan vazgeçip öfkemin arkasındaki yerimi korudum.

ZİFİRİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin