༺4༻

2.3K 348 274
                                    

"Yuh! Bizi tehtit mi etti yani? Yok artık..."

Seungmin'i, kafamı sallayarak onayladım. Eve dönüyorduk. Seungmin'e dünkü olayları anlatmıştım. Bugün ise olaysız, sakin geçmişti. Çünkü Azul Chan okula gelmemişti. O yokken nasıl da huzurlu bir gün oluyordu cidden. Zarardan başka bir şey değildi o kız.

"Ben korktum yalnız. Eve gittiğimde, yatağımın üstünde ölü kedi bulmam değil mi?"

İstemsizce güldüm.
"Daha yaratıcı fikirleri vardır o kızın, neden yatağına ölü kedi bıraksın ki?"

"Sağ ol ya, içime su serptin."

Güven verircesine omzunu patpatladım. "Endişe etme. Hiçbir şey yapamaz. Yanından ayrıldığımda gözlerinde ciddi bir korku ifadesi vardı, bir şey yapacak olsa o ifade ile bakmazdı. Hem ne yapabilir ki? Hepiniz boşuna korkuyorsunuz şu kızdan."

"Sanırım... Bu arada, sen de çok acımasız davranıyorsun sanki?"

Kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Nasıl yani?"

"Herkesin bir derdi vardır. Bana soracak olursan, Azul Chan'ın da çok büyük dertleri var. Kendi gözlerimizle gördük üvey annesinden dayak yediğini. Buna rağmen, ona nefret besliyorsun. Halbuki anlayışlı birisin."

Herkesin bir derdi var... Doğru. Hatta bazılarının dertlerine bakınca, kendimiz için dert diye adlandırdığımız şeylere şükrediyoruz. Onlar için sinek ısırığı sayılacak bir şeyi kendi kafamızda büyüttükçe büyütüyoruz.

Azul'un tek derdi üvey annesi miydi bilmiyorum. Hiç sorgulamamıştım zaten. Hareketleri ve davranış biçimi, öylesine sinirimi bozuyordu ki, bir sıkıntısı olabileceğini düşünmemiştim. Klasik okul zorbası olarak görüyordum onu.

Ama bu tiplerin genelde bir arkadaş çevresi olur, değil mi? Kendisi gibi zorba arkadaşları. Üç beş kişilik bir ekipleri olur.

Azul Chan hep yalnızdı...

İç çekerek, sağ omzumdaki çantamın sapını kavradım.
"Bilmiyorum... Düşünmek de istemiyorum."

Seungmin ile yollarımız ayrıldığında onunla vedalaşıp kendi evime doğru ilerledim. Evin kapısını çaldığımda güler yüzlü annemle karşılaştım. Bana sarılıp saçlarımı sevdi. Sarılışına karşılık verdikten sonra sonra odama çıktım. Formamı çıkarıp ev kıyafetlerimi giydikten sonra salona indim alt kata. Abim ile babam sohbet ediyorlardı. Onlara katıldım. Abimin el şakalarına maruz kalmam kaçınılmaz olmuştu.

Babam;
"Hafta sonu balığa çıkalım diyoruz. Sana uyar mı oğlum?"

Bir iki saniye düşündüm. Sınavlarım bitmişti. Herhangi bir proje ödevim falan da yoktu şimdilik. Ailemle vakit geçirmekten daha iyi bir zaman olamazdı.

"Uyar baba, Seungmin'i de çağırsam olur mu?"

"Olur tabi, ben de Kwak ile uzun zamandır görüşememiştim zaten, o da gelir."

Babam ile Seungmin'in babası Kwak amca çok yakın arkadaşlardı. Bizim okulun veli toplantısında tanışmışlardı lisenin ilk senesi. Bizden daha iyi kanka olmuşlardı resmen.

Hafta sonu planı üzerine konuşmaya devam ediyorduk ki, annem markete gitmemi rica etmişti. Uzattığı listeyi ve parayı alarak evden ayrıldım. İçimden bir şarkı mırıldanarak yola koyuldum. Ancak, evimize yakın olan marketin kapalı olduğunu görmüştüm. Caddenin sonuna gidecektim mecbur. Dert etmeden ilerlemeye devam ettim. Yürümeyi ve bu önünden geçtiğim siteyi sevdiğim için, problem olmamıştı. Bizim yaşadığımız site de çok güzeldi ama bu sitenin evleri gerçekten göze hitap ediyordu.

Marketten, elimde iki poşet ile çıktım. İkisini de tek bileğime asıp, diğer elimi cebime koymuş ilerliyordum. Günün bu saatlerinde hava çok iyi hissettiriyordu. İlkbahar serinliği vardı havada. Arkadaşlarla bisiklet sürmelik bir hava idi. Yarın Seungmin'e bunu önermeyi kafama koydum.

İlerlemeye devam ediyordum ki, tam önünden geçmek üzere olduğum evden bir çığlık sesi gelince adımlarım durdu.

İstemsizce oraya baktım. Açık olan camdan dolayı net duyulmuştu çığlık sesi. Çığlıktan ziyade bir isyan haykırışıydı aslında. Burada durup, ne olduğuna bakmam doğru değildi biliyorum ama belki birinin başı dertteydi. Yani... Yardım etmek bana mı kalmıştı bilmiyorum ama gidemedim işte.

Büyük evin beyaz demirli kapısına yaklaştım. İçeriyi tam göremiyordum ama ayakta iki kişi vardı salonun ortasında. Biri genç bir kız, diğeri ise...

Bu genç kız Azul'du...

Diğerinin üvey annesi olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Şaşkınlığım zirve yaparken, konuştuklarını anlamaya çalışıyordum. Azul'un burada yaşadığını bilmiyordum. Zaten sadece uzaktaki markete giderken ya da bisiklet sürerken bu sitenin önünden geçiyordum. Onu daha önce hiç görmemiştim buralarda.

Ben daha ne olduğunu anlamadan, annesi, Azul'un saçlarından kavradı. Canının yandığı belli olan Azul yüzünü buruşturup kurtulmaya çalışıyordu.

"Ne zaman akıllanacaksın sen?! Okula gitmemek de ne demek oluyor?"

"Bırak! Zaten sürekli okuldan almakla tehtit etmiyor musunuz?!"

Kadın, saçlarını bırakıp sert bir tokat atınca Azul yere düşmüştü ve böylece görüş açımdan çıkmıştı. Yutkundum. Korkuyordum. Ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Polisi arasam?

Tereddüt ediyordum, aile içi mevzulara karışmaya hakkım var mıydı ki? Üstelik söz konusu Azul Chan idi. Ama onu böyle bırakıp gidemezdim.

Babası girdi salondan içeri. Biraz rahatlamıştım.

"Ne oluyor burada?"

"Kızın okula gitmemiş bugün. Tüm gün dışarıda ne yaptıysa artık?"

"Azul, kalk ayağa. Nereye gittin kızım?"

Zorla ayağa kalktı Azul. Emin değildim ama galiba dudağı kanıyordu. Bu adam neden hesabını sormuyordu ki? Senin kızına vurdu kadın, hakkı olmadığı halde!

"Anneme gittim."

Ne? Annesi terk etmemiş miydi onu küçükken?

Babasının yüz ifadesi sertleşmişti, sinirlendiği belli oluyordu.

"Derhal odana git."

"Baba-"

"Odana dedim!"

Adamın adeta gürlemesi ile Azul yerinde sıçradı. Hızla salondan çıktı. O gittikten sonra üvey annesi, kızı kötülemeye başlamıştı babasına. Bu iğrenç cümleleri duymak istemediğim için oradan ayrıldım ve yoluma devam ettim kafamdaki düşünceler ile.

Bu iki olmuştu...

İkinci kez onu çaresiz ve zor durumda iken görüyordum. Bu hallerine tanık oluyordum.

Kendi hayatımı düşündüm. Dünyalar tatlısı bir annem, çok iyi anlaştığım bir abim ve sevecen bir babam vardı. İyi bir aileye sahiptim.

Az önce şahit olduğum manzaraya çok uzaktım.

Benim için normal bir aile yaşantısıydı bizimki. Peki ya o? Her gün bu hayatı mı yaşıyordu?

Her gün... Aynı cehenneme mi maruz kalıyordu?

 Aynı cehenneme mi maruz kalıyordu?

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
MOKITA | Yang Jeong In Where stories live. Discover now