Bölüm 14: Karanlık ve Aydınlık

42 3 141
                                    


   Arabadan indikten sonra usulca kendisine yaklaşan Lavi'yi gördüğünde Teru bu gecenin hiç bitmeyeceğini düşündü. Art arda gelen bu kadar olaya ve yaşadığı bütün duygusal çöküntülere karşın bütün cesaretini toplamaya çalıştı.  İkisi de yorgun adımlarla kaldırımda yürürken aralıklı sokak lambalarının ışığıyla yüzleri bir aydınlanıyor bir karanlığa gömülüyordu. Kısa süre dalgın bir şekilde yürüdükten sonra Lavi ne yapacağına karar vererek dev kayaların olduğu sahil şeridine yöneldi. Kayalarla kaldırımı alan minik duvarın üstünden dikkatlice geçerek gözüne kestirdiği kayaya kadar yürüdü. Planladığı kayaya oturduğunda kenara kayıp Teru için yer açtı ve arkasını dönmeden eliyle yanını işaret etti. Teru da olanları sorgulamadan hızlıca denileni yaptı ve Lavi'nin yanına oturdu. En büyük kayayı seçmiş olmalarına karşın aralarındaki mesafe oldukça azdı. Teru ne yapacağını anlamak için Lavi'ye baktı, vücudu hafifçe Teru'ya dönüktü ve gözleri doğrudan Teru'nunkilerle buluşuyordu.  Yeşil gözü sahil lambalarının etkisiyle parlarken yüzünün görmeyen gözünün bulunduğu tarafı tamamen karanlık kalmıştı. Teru bu görünümün tam onu tanımladığını düşündü, karanlık mı yoksa aydınlık mı olduğu belli olmayan bir adama bakıyordu.

"Uzun bir gece olmasına rağmen seni daha da çok alıkoyduğum için özür dilerim. Dinlemek zorunda değildin ama dinlemeye karar verdin bu yüzden gerçekten teşekkür ediyorum." Teru tepki vermeden karşısındaki yüzün aydınlık tarafına bakmaya devam etti. Lavi'nin halinde gecenin başlangıcından farklı bir şeyler seziyordu, zaten bu nedenle ona bu konuşma için bir şans vermeye karar vermişti.

"Neyi söyleyip neyi söylemeyeceğin umurumda değil ama beni kandırmaya çalışırsan yada bir oyuna başvurmaya cüret edersen.." Lavi sessiz olmaya çalışarak yutkundu, şu ana kadar karşılaştığı insanlar arasında bu kadın uğraşması en zor olanıydı. Ne yapacağını kestirmek zor olsa da bugün gördükleriyle Teru'nun hakkındaki dedikoduların aksine öldürme meraklısı bir cani olmadığını anlamıştı. Sadece onun... o arenada bırakmak zorunda olduğu kalbinden bir parça vardı. Bir ölüm makinesini ikna edemezdi ama kalbi atan, düşünen ve seven bir varlığı ikna etmek için şansı vardı. Bu yüzden risk almaya karar ermişti, hayatı boyunca hiç risk almamış olmasına karşın bu en önemli anda Blood'un kendisine düşman olma ihtimaline rağmen bunu yapacaktı. Aklından geçenlere hayret ediyordu...nasıl...nasıl bir yabancıya kendi hikayesini anlatmayı düşünmüştü? Sebebini ne kadar düşünse de bulamıyordu ama arenada vahşice dövüşmek zorunda kalan iki kişiye sarılıp göz yaşı döken bu kadının gözlerindeki çaresizlik ona hiç düşünmek istemediği birini hatırlatmıştı: Kendisini.

"Bana öyle bir şey söyle ki," Teru başını hafifçe yana eğip keskin gözlerle Lavi'ye baktı. Bu kadar yakın oldukları için sanki bakışlarının etkisi kat kat artıyordu. "yanında kalmak için bir sebebim olsun." Lavi'nin şaşkınlıkla gözleri açıldı. Fark etmişti değil mi? Böyle dikkatli birinin fark etmemesine imkan yoktu. Gergince dudağını ısırdı ve kafasındaki bütün düşünceleri bir kenara koydu, bundan sonra mantığı onun için bir işe yaramayacaktı.

Ve kalbindeki cümleyi söyledi.

"Yardım et," uzun zamandır söküp atmaya çalıştığı duygular kalbine hücum ederken sesi titredi. "...bana."

Teru beklediğinden daha çok şaşırdı, belki de neyle karşılaşacağını bilmediğinden bu kadar etkilenmişti ama kesinlikle ve kesinlikle göreceğini düşündüğü şey karşısındaki çaresiz adam değildi. Bakışlarını kaçırmasından kendi halinin farkında olduğuna emindi, böyle kontrolcü ve adeta yıkılmaz demirden duvar olarak tabir edilebilecek birini böyle görmek, artık duyacağı şeyin ne olduğunu tahmin etmişti çünkü dışına sert bir kabuk ören insanları böyle çaresiz bırakacak tek bir şey olabilirdi. Teru'nun bugün tekrar karşılaştığı ve Lavi'nin anlatmak üzere olduğu şey...

The HuntedWhere stories live. Discover now