17

520 72 73
                                    

"Zayn!" Niall telefona doğru pek de kısık olmayan bir sesle bağırınca yerimden sıçradım. "Alt tarafı sınıftan çıkıp çıkmadığını söyleyeceksin." dedikten sonra anında telefonu kapatarak söylenmeye başladı.

"Nolmuş?" Louis Niall'a yaklaşarak ellerini montunun ceplerine soktu. "Sanırım çantasını da spor salonuna götürüyormuş."

"Sanırım mı?" dedim beremi kulaklarıma doğru çekerken. "Beyefendinin o kadar uykusu var ki konuşamıyor. Gören de üç gün uyanık kaldı zanneder."

Kıkırdamaya başladığım sırada Liam bize doğru yaklaşarak spor salonunun girişini gösterdi. "Bakın, giriyor."

"Birkaç dakika bekleyelim ki soyunma odasında kimse kalmasın." hepimiz Louis'yi onayladıktan sonra soğuğa rağmen zamanın geçmesini bekledik.

Geçen dakikaların ardından ilk hareketlenen Niall oldu. Üçümüz birden onu takip ederek spor salonunun girişine geldik. "Buradan sonra bizi kimsenin görmemesi gerekiyor." Niall'a kafa sallayıp ilerlemeye devam ettik.

"Niall, dergileri unutmadın değil mi?" sarışın arkadaşım eliyle montunun cep kısmına vurarak Louis'yi onayladı. "Biraz hasar gördüler ama işe yararlar."

Sahanın önünden hızlıca geçerek soyunma odasına girdiğimizde kapıyı kilitleyerek rahat bir nefes aldık. "Hangisiydi?" Liam çantaları eliyle dürterken bize döndü.

"Şu." dedim kırmızı desenleri olan siyah çantayı göstererek. Niall montunun cebinden dergileri çıkarıp veda konuşmasını yaptıktan sonra çantanın büyük bölmesine uygunsuz dergileri bıraktık.

Louis kulağını kapıya dayamış bir şekilde "Temiz, gidebiliriz." dedikten sonra kilidi açarak büyük adımlarla girişe ilerledi.

Onu takip edip salonu terk ettikten sonra Niall kollarını yukarıya kaldırarak gülümsedi. "Bu sefer ceza almamasına imkan yok."

"Keşke ondan tamamen kurtulabileceğimiz bir yol olsa." dedi Liam montuna iyice gömülürken. "Böyle küçük numaralarla okuldan attırabiliriz bence." Niall kendinden emin konuşunca şaşırdım. "Nasıl?"

"Cezaları birikirse eninde sonunda atılır." Okula girdiğimizde herkes çoktan sınıflarına yerleşmişti. "Ailesi zengine benziyor." dedi Louis yanıma gelip koluma girerken.

"Okul da bir yere kadar sabreder ama." Liam'da diğer koluma girdiğinde tuhaf bakışlarımın esiri oldu.

Sınıflarımıza vardığımızda hocalar çoktan derse başladığından hepimiz azar yemiştik. Ama kesinlikle azar yememize değecek bir şey yapmıştık.

Öğle tenefüsünden önce aramalar yapılmıştı ve duyduğumuza göre Axel bir haftalık uzaklaştırma aldığını öğrenince  gururuna yediremeyip okuldan ayrılmıştı. Niall bize olan biteni hararetli bir şekilde anlatıp zaferimize sevinerek birer şeftali suyu ısmarlamıştı.

"Öyleyse görüşürüz Lou." mavi gözlü çocuğun evinin önünde durup ona el salladım. "Biraz zamanın var mı Harold?" bahçe kapısını açarken bana masumca gülümsedi.

"Tabii ne için?"

"Sana göstermek istediğim bir şey var da."

Yanaklarının kızarıklığını kafasını eğerek saklamaya çalıştığında şaşkınca ona baktım. İlk defa bu kadar çok kızarıyordu ve bu kalbime hiç iyi gelmiyordu.

Açılan bahçe kapısından girerek eve doğru ilerlemeye başladım. O sırada üzerime doğru gelen küçük bir köpeği görünce eğilerek onu ellerimin arasına aldım. Diliyle yanaklarımı yalamaya başlayınca gülerek onu biraz kendimden uzaklaştırdım. Kırışık yüzü, basık burnu ve sarmal kuyruğuyla bu bir Pug'dı!

Arkamdaki ellerini cebine koymuş bizi izleyen Louis'ye döndüm. "Pug?" yakalaşıp elimdeki köpeği alarak yere koyduktan sonra kafasını okşayıp krem renkli köpeği serbest bıraktı.

"Tanıştığımız ilk zamanlarda..." bakışlarını kaçırarak bir süre küçük köpeği izledi. "Bana köpeğin Ace'den bahsetmiştin, hatırlıyor musun?" Yumuşak tüylü güzel köpeğim aklıma gelince burukça gülümsedim.

"Louis bu..."

"İstediğin zaman gelip sevebilirsin." sözümü tamamlamama izin vermeden evin kapısına ulaştı. "Gelmek ister misin?"

Bahçede kendi kendine koşuşturan köpeğe son bir kez bakıp gülümsedikten sonra açılmış olan kapıya doğru koşarak ayakkabılarımı çıkarttım.

Montumu ve çantamı kapı girişindeki portmantoya bıraktıktan sonra çoktan mutfağa girmiş olan Louis'nin yanına gittim.

"Adı ne peki?"

"Homer." mutfak dolabından iki tane fincan indirdi.  "Neden Homer?" dedim bana hiç de yabancı gelmeyen bu ismi hatırlamaya çalışırken.

"İlyada ve Odyssey'yi yazan Yunan şairinin adı, Homer."

Kaşlarım yukarı kalkarken derslerde öğrendiğimiz isim tamamen aklıma oturmuştu. "Sen tam bir sanat adamısın." dedim kahve makinesinin önündeki sırıtan çocuğa.

"Gel seninle birer kahve içip ısınalım." ellerine aldığı fincanlarla birlikte salondaki koltuğa ilerledi.

Geniş koltuğa oturup fincanı ellerime bıraktıktan sonra arkasına yaslanarak iç çekti. "Bir haftamız rahat geçecek." Axel'ı kastettiğini biliyordum.

Fincanımı dökmemeye çalışarak yanımdaki hoş kokulu çocuğun omzuna yaslandım. Karşılık olarak tek kolunu belime sardığında gülümsedim. "Şu an o kadar rahatım ki..." dedim kendimi tutamayarak.

"Keşke hep böyle kalsak." saçlarıma bir öpücük bırakıp geri çekildi.

"Şu an ki ilişkimiz tam olarak ne?" aklımdaki soruların bir bir meydana çıkmasına şaşırıyordum.

"Seni seviyorum ve sanırsam sen de beni seviyorsun."

Kafamı salladım. "Yani... bu bizi sevgili mi yapar?"

Başını diğer tarafa çevirerek elindeki kahveyi dizinin üzerine koydu. "Sen öyle diyorsan..."

Kahvemden koca bir yudum alıp kafamı omzundan kaldırdım. "Sen de öyle demelisin."

Oyuncu bir tavırla somurttuğumu görünce gülmeye başladı. "Peki sevgilim." dudağıma tüy gibi hafif bir öpücük bırakıp iki eliyle fincanını kavradı.

"İki gün sonra gösterimiz var." dedim birkaç saniye sonra konudan tamamen alakasız.

"Nasıl hissediyorsun?"

"Bilmiyorum, heyecanlıyım sanırım."

Kolunu tekrardan belime sarıp beni kendisine çekti. "Güzel olacağına eminim."

Louis'nin kokusu beni sarhoş ederken kahvemden bir yudum daha alıp gözlerimi kapattım. Sen eminsen ben de eminim.


LOULOU - ( Larry )Where stories live. Discover now