04 : yara bandı

5.7K 892 491
                                    


Yaklaşık iki dakika kadar önce girdiğim odada dikkatimi vermem gereken çok az şey olduğu çarpmıştı gözüme. Öylesine sade dizayn edilmişti ki, bu sayede insanın içini ferahlatıyordu girildiği ilk saniyede. Kapının hemen karşısında kalan geniş bir masa, arkasında odayı tamamen aydınlatan koca pencereler, kenarda kalan sol ve sağ duvarı tamamen kaplayan kitaplıklar. Kitaplar dışındaki çoğu şeyin rengi beyazın tonlarında olduğu için herhangi bir karışıklık görüntüsü söz konusu olmamıştı odanın hiçbir yerine. Masanın önünde fazlasıyla rahat görünen iki deri koltuk bile cezbedici duruyordu.

Duvarları kaplayan rafların bazılarında dekor amaçlı konulmuş biblolar ilgimi çektiğinde oraya doğru adımladım. Ne anlam ifade ettiği ilk bakışta anlaşılmıyordu fakat eminim hepsinin bir anlamı vardı. Aksi Bay Lee'den beklenmezdi zaten. Biraz bile toz olmayan raflar dudaklarımı büzmemi sağlarken aklıma kendi odam geldi. Seungmin beni dövene kadar azarlamasa kitaplar yükseltisinde tozlarla yaşardım o odada muhtemelen. Buradan da çıkardığım sonuca göre, Bay Lee olabileceği her alanda titiz davranıyordu.

Ne manyak adam ama.

Kalın ciltli bir seri dikkatimi çektiğinde o taraftaki rafa yönelip bir tanesini elime aldım tanıdık yazar ismiyle. Daha doğrusu buradaki rafları dolduran çoğu yazarı tanıyordum fakat bu cilt farklı bir yandan çekmişti dikkatimi.

Michel Foucault, Cinsellik Tarihi.

Yine mi sen?

Dudaklarımı saran sırıtışla incelemeye başladığım sayfaların arasında sert bir kağıda rastladığımda önünü çevirip bunun bir fotoğraf olduğunu fark ettim. Michel Foucault'u daha önce görmüştüm fakat yanındakini tanımıyordum. Gerçi, böylesi samimi bir kare olduğuna göre biricik öğrencisi Daniel olmalıydı. Ah şu adamların aşkı yok mu, koca ciltlere bedel olmuştu resmen.

Ben fotoğrafı incelemeye devam ederken arkamda açılan kapıyla aniden oraya döndüm. Bay Lee, bir elinde deri çantası ve diğer elinde kağıt destesiyle içeriye girerken yüzü bana değil, kapının ardındaki bir başkasına dönüktü ve konuşmaya devam ediyordu.

"Elbette, sana işlerimi hallettikten sonra ulaştırırım."

Duyabildiğim tek şey bu olurken yüzünde dünyanın en güzel gülüşüne rastladım birkaç saniye boyunca. Sonra da ufak bir baş selamıyla tamamen içeriye attı kendini. Bakışları beni buraya gönderdiğini unutmuş gibi üzerimde donarken kıvrılmış dudakları da düzeldi anında. Ben içimden buna lanet ederken o boğazını temizleyerek kapıyı kapattı arkasından.

"Han Jisung."

Adımlarını masasına yöneltip çantasını üzerine bıraktığında elimdeki fotoğrafı sayfanın arasına geri koyuyordum.

"Adımı mı ezberliyorsunuz?"

Sınıftakilerin ödevleri olduğunu düşündüğüm kağıtları titizlikle düzenleyip çıkardığı bir dosyaya yerleştirirken tıslar gibi bir ses çıkardı. Cesaretimi kınıyordu muhtemelen.

"O aşamayı geçeli çok oldu."

Bu defa sırıtan yine ben olduğumda elimdeki kitabı kapatıp yerine geri koydum. Gözlerim rafta dolanmaya devam etse bile bir anda arkamda biten bedenini beklemiyordum açıkça. Raflar ve onun arasında kaldığımı ensemdeki nefesler açıklamıştı bana. Küçük bir siktir ile derince yutkunurken eli önümdeki rafa uzanıp az önce bıraktığım kitabı diğer ciltlerle eşit hizada olana kadar itti işaret parmağıyla. Büyük bir şaşkınlıkla ağır ağır yaptığı şeyi izlerken adamın beni daha ne kadar hayrete düşürebileceğini sorguluyordum kafamda. Bu kadar da manyak olamazsın Lee.

21st century's dumbs│minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin