mozaik pasta

673 39 7
                                    

Arif'ten

Mavi spor sırt çantamın iki kolundan sıkıca tutmuş deniz kenarında yürürken, sevgilileriyle oturmuş martılara simit fırlatan insanlara doğru bakıyordum. Martılar etçil değiller miydi amına koyayım, ülkede hayvanı hamura tapar yaptılar.

Kapüşonlumun kapattığı saçlarımdan ufak bir tutam firar edip gözüme girdiğinde, arkaya atarak düzeltmiş ve ilerde bankta oturan arkadaşıma doğru yürümeye devam etmiştim. Ellerini bankın her iki yanına dayamış, çatık kaşlarıyla bugün daha bir dalgalı olan denizi izliyordu. Beni henüz fark etmemesinden yararlanıp arkasına sinsice çökmüş, ardından ise bütün gücümle öne doğru atılmıştım.

"Bö!"

Cenan yerinde sıçrayıp elindeki anahtarı sıkıca bana doğrultmuş bakarken, ben yalancı bir şokla bir eline bir de yüzüne bakıyordum.

"Sen.. Bana anahtar mı çektin?"

"Ya oğlum ne sinsi sinsi geliyorsun? Ayrıca sana çekmedim. Seni ırzıma geçmeye çalışan biri sandım, ona yani. Her neyse.." sırtımdaki çantaya bir göz atarken, eliyle işaret etmişti. "o ne öyle? Çantayı niye getirdin yürüyüş yapmayacak mıyız?"

Önünden geçip hafif bir zıplamayla giderken gülümsedim.
"Çantayla yürünemeyeceğini de kim söylemiş?"

Birkaç saniye geçmeden hemen yanımda yerini alırken, elini çantama atmış ve fermuarı açmaya çalışmıştı. Hemen birkaç adım yana atılıp ellerinden kurtulduğumda, kollarımı arkaya sarıp çantayı korur bir vaziyette durmuştum.
"Ne bakıyorsun çantama? Sapıklık yapma. Hem birazdan göreceksin, sabret."

"Sen böyle deyince daha bir tatlı geldi. Aç bakayım ne getirdin-"
Bana doğru yaklaşıp kollarımı tutmasıyla hızla geri çekilip yürümeye devam ettim.

"Elleşme bana, siktir git."

Çatık kaşlarımla ona bakmamı sürdürürken, şaşkınlıkla omzumu dürtmüştü.
"Elleşme ne lan? Irzına geçiyormuşum gibi tövbe tövbe. Tamam daha dokunmam."

Yürümesine devam ettiğinde kıkırdamış ve peşinden koşarak koluna girmiştim. Birlikte denizin kenarında yavaş yavaş yürüyüp havanın tadını çıkarırken, ilerideki yeşil park alanına doğru girmiş ve ısrarlarım sonucu onu çimenlere oturtabilmiştim.

"Arif. Pantolonum çimen lekesi olduğu an bittin oğlum sen. Bunu bil."
Rahatsız şekilde karşımda otururken, çimenlerden birkaç tane alıp bağdaş kurduğu dizine yerleştirmiştim sembol gibi.

Bana kafasını sağa sola sallarken bir bakış atmış ve kollarını arkaya atıp vücut ağırlığını ellerine vermişti.
Ortamızda olan çantamı açıp içinden küçük boy termos ve iki adet karton bardak çıkarmış, birini ona uzatmıştım. Boş kartonu alıp bana bakarken, tek kaşını kaldırmıştı.

"Üşenmedin ve sabahın köründe çay mı yaptın?"

"Hayır. Çay değil. Yeşil çay. Daha sağlıklı, lütfen."
Termostaki çayı bardaklara boşaltırken, göz devirmiş ve tek eliyle anlımı ittirmişti.

"Sorunlusun oğlum sen."

"Yeni mi anladın?"

Söylediğim şeye karşı sesli bir kıkırtı bıraktığında, kısılan o ela gözlerine doğru bakıp ben de gülmüştüm.

Çantama tekrar elimi sokup en sevdiğim tatlı olan mozaik pastayı da çıkardığımda, Cenan yerinde doğrulmuş ve irice açtığı gözleriyle elimdekine doğru bakmaya başlamıştı.

"İşte ya, bana bunlarla gel."
Ellerini birbirine sürtüp pastayı kesmemi beklerken, gözlerini benimkilerle birleştirip sormuştu.
"Sen mi yaptın?"

Çatalı ona doğru uzatmış ve kafamı olumlu anlamda sallamıştım. Ona kestiğim dilime çatalı batırıp ağzına attığında, anında keyifli mırıltılar çıkarmaya başlamıştı.
"Ya Cenan daha iki saniye olmadı ağzına atalı, ne ara tadını aldın?"

Eliyle 'bir dakika' işareti yapıp ağzındaki lokmayı yutar yutmaz, çayından bir yudum almıştı.
"Oğlum bunu sen yaptın, zehir olsa bile elinin değdiği herşey bir anda güzelleşiyor. O yüzden tadını almama gerek yok, çok iyi olmuş."
Söylediği her kelimede yanaklarımın biraz daha kızardığını hissediyordum. Bakışlarımı kaçırıp hafifçe gülümsediğimde, çok geçmeden yanağımda bir el hissetmiştim. Hafifçe okşayıp anında geri çekilen elin sahibine baktığımda, güldüğünü fark ettim.

"Yanakların elma gibi oldular. Her iltifatta böyle olacaksa ben okeyim şahsen."

"Tamam Cenan kes artık. Hadi yediysen kalkalım. Daha yürümemiz gereken 2 kilometre yol var."

Üzgün bakışlarla bana bakarken, "2 kilometre mi" diye fısıldıyordu. Ondan önce davranıp çantama eşyaları koyup yola çıktığımda, peşimden tıpış tıpış gelmesi çok güzel bir histi.

×

-Bölüm Sonu-

just friends | arcenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin