"11 Numaralı Masa"

28.7K 1.1K 98
                                    

14.08.2022

✨ İyi Okumalar ✨

Rana Öztürk;

Bugün cumartesiydi. Bir hafta olmuştu ve biz hala düşünüyorduk. Kararımı veremiyordum. Düzeni olan bir ailenin ortasına birden atlamak istemiyordum ama anne baba sevgisini tatmak istiyordum.

Yaşadığım şehirden, doğup büyüdüğüm evden, Narin abladan ve Topraktan ayrılmak istemiyordum ama yeni başlangıçlar her zaman güzeldir.

Zaten karışık olan kafam günlerdir daha da iç içe girmiş ve başımı ağrıtmaya başlamıştı. Önceden olsa bunların bile üstesinden geleceğime inanırdım ama şimdi yaşamaya bile hevesim yokken nasıl atlatırdım bu zor zamanları...

Dedem olsaydı bana bir yol gösterirdi. Dedem olsaydı bir aileye ihtiyaç duymazdım. O koca yürekli Erdal Öztürk olsaydı ben asla bu duruma düşmezdim.

" Pişt! Ev kuşu! Sana diyorum Rana, duymuyor musun?"

" Ha, ne?"

" Şükür, bir an kulakların da gitti sandım. Hadi kalk! Gidiyoruz!"

" Nereye Toprak?"

" Kafa dağıtmaya?"

" Olmaz, işim var."

" Rana manyak mısın? Sanki ocakta yemeğin var, gece gündüz beşik sallıyorsun ha? Hazırlan hadi, yarım saatin var ve çoktan bir dakika kaybettin. "

" Ya Toprak! Bu halde hiç eğlenmek istemiyor canım. "

" Yirmi sekiz dakika kaldı. "

" Off!"

Şuan sadece Toprak'ın hevesini kırmamak için hazırlanacaktım. Bizim eğlence anlayışımız okeydi. Evet, evet. Güzelim pavyonlar yerine tercihimiz kahvahaneler. Dayıların olduğu kahvehaneler.

Mükemmel, ben de biliyorum.

Kıyafetlerimi giydikten sonra saçlarımı tarayıp açık bıraktım. Yanıma hırka almayı da unutmadım tabi. Tamam ağustos ayındayız ama burası ANGARA GARDAŞ.

Hızlı giyer hızlı hazırlanırdım. Yarım saatin bitmesine daha 15 dk varken çıktım odamdan.

" Az kalsın meyve olacaktım. İyi ki geldin."

" Birde bayıl istiyorsan Feriha."

Toprak bir şey dememeyi tercih edip evden çıkınca ben de peşinden gittim. Bu yaşta araba ne gezsin bizde. El mahkum yürüyerek gidecektik. Çok uzakta da değildi sonuçta.

" Yusuf ve Pınar bir saattir bizi bekliyor. Kardeş tribine hazırlıklı gidelim. "

Yusuf Doğan,

Yusuf, bu dünya için fazla iyi bir çocuktu. Tanıştığı herkese ilk günden güvenmesi ve yüzüne gülen herkesi dost bellemesinden belli oluyordu. Karıncayı bile incitmeyen çocuğun incinmeyen, kırılmayan yeri kalmamıştı. Kaba, sinirli, vurdumduymaz erkeklerle yakını geç uzaktan bile alakası olmazdı. Yusuf, kibarlığın, saflığın ve sadakatin beden bulmuş haliydi.

Pınar Doğan,

Yürüyen flörtöz mü demeliyim, uçan flörtöz mü karar veremedim. Pınar için erkekleri elde etmek dünyanın en basit şeyiydi. Erkeklerin istedikleri zaten belliydi. Güzel yüz, güzel fizik. Pınar da kendine yeten bir kızdı ve bunun farkındaydı. Genciz, güzeliz, çıtırız diyerekten önüne gelene şans veren Pınar yanında ki cillop gibi, aşkından ölen çocuğu görmemekte ısrar ediyordu. Pınar ve Yusuf birbiriyle hiç alakası, benzerliği olmayan iki kardeşti. Sanırım onları bir arada tutan en büyük bağ salak olmalarıydı.

Bekletmeyi de bekletilmeyi de hiç sevmezdim. Bugün gelsem mi gelmesem mi derken gerçekten bekletilmeyi hiç sevmeyen ve sabrı olmayan kardeşleri oyalayalı bir saat olmuştu. Kahvehanenin yanında ki markete girip, Yusuf'a bitter çikolata, Pınar'a da soğuk çay aldım.

11 numaralı masamıza gelmiştik. Yakında tapusunu da alırdık ya biz buranın. Bayadır uğramamanın özlemi de vardı içimde...

Kardeşlere aldıklarımızı verince yüzleri biraz yumuşamıştı. Selamlaşıp sarıldıktan sonra Toprakla karşılarına oturduk.

" Yüzünü gören cennetlik Razo." Rana'dan nasıl Razo çıkabilir derseniz şöyle söyleyeyim. Bunların babaanneleri dört harfli, aşırı kolay söyleyişi olan ismimi dilinde dolandıra dolandıra Raziye diye çıkarmıştı. O günden beri de arkadaş ortamında böyle seslenirlerdi. Pek de takmazdım, severdim lakabımı.

" Öyle oldu ya biraz."

" Takma be gülüm, geçer zamanla." İnşallah Pınarcım, inşallah.

O sırada Hüseyin amca dışarıda ki masalara çay götürmeye çıkmıştı. Onu bile özlemiştim. En son cenazede görmüştüm yüzünü. O da yaşlanıyordu yavaş yavaş.

" Hüseyin amca! " Sesim gereğinden yüksek ve heyecanlı çıkmıştı.

" Oy benim kızım gelmiş. Hoşgeldin evladım. Yolunu gözleye gözleye bir hal olduk valla."

" Özlemişsindir diye geldim amcacım. Ee bizim okeylerle birlikte üç tane de çay getirirsen çok mutlu olurum. "

" Uyy, aha şimdi getirim ben kızıma."

Seviyordum ya bu adamı.

" Vallahi Rana sen olmasan nasıl bedava çaylar içip oyun oynarız?" Diyen Yusuf'a güldüm. Hakkım ödenmezdi. Bence yani...

" Eyvallah kardeşim. "

" Gençler bu sefer zırlama yok. Ben Ranaylayım. Siz de kardeş kardeşe oynayın bakayım. "

" Ohoo, Toprak Bey günün sonunda zırlamamak için Razomu kaptın. Bari bu kadar belli etme."

" Ne alakası var kızım? Hep sen ve Rana oluyordu bu sefer benle olacak süt kardeşim. Değil mi Rana? "

" Hadi bu sefer öyle olsun Pınar. "

Hüseyin amca okeyi de çayları da sapasağlam getirip masamıza koydu.

Bu ortam her şeye bedeldi. Özlemiştim. Toprak'ın Pınar'a karşı gelememesini, Yusuf'a oyunu kaç defa anlatmamıza rağmen anlamamasını, dayıların tavla oynarken attıkları zar stillerini... Her şeyi özlemiştim.

Ben bu mahallenin kızıydım. Ben buraya aittim. İşte tam şuan kararımı vermiştim. Bu saatten sonra, kalsındı. Anneymiş, babaymış, sevgiymiş. Ben sevginin en güzelini dedemden görmüştüm. Beni evladı olarak gören mahalleliden görmüştüm.

Benim ailemde hayatım da onlardı. Bırakmazdım, bırakmayacaktım da.

 | - KARIŞAN İKİ HAYAT - |  TAMAMLANDI Where stories live. Discover now