8.Bölüm

249 20 13
                                    


Keyifli okumalar...

------

F.K

Ramo çok fazla cümle kurmuştu ama benim beynimde sadece "Öldürmüştür," cümlesi yankılanıyordu. İki ateş arasında kalmıştı, ölmemiş olması imkansız gibi duruyordu. Çelik yelek bile kurtaramazdı. Yavuz'u bıçakladığım gün düştüğüm boşluğa yeniden düşmüştüm. Gözlerim kendiliğinden tepki vermişlerdi. Yaşlar yanaklarımı ıslatırken ben donmuş gibi bakıyordum.

"Hala?" dedi Ramo. Sesinde pek çok soru vardı ama benim cevap verecek takatim kalmamıştı. "Seni şimdi güvenli bir yere götürüyorum sonra bizimkiler de gelecek. Cihangir bile öğrendiğine göre bizimkileri de senin yasını tutmaktan kurtarmam lazım."

Gözlerimden akan yaşları ellerimle sildikten sonra "Yavuz gibi bencil bir adam kendini feda etmez. Onun başka bir planı vardır mutlaka. Çıkar oradan bir şekilde," dedim. Kendimi kandırıyor gibi göründüğüme emindim. Ama Yavuz'u gerçekten tanıyordum ve kendini öldürmemek için eline geçen tüm fırsatları kullanmak isteyeceğine emindim. Ramo bana tuhaf bir bakış atmıştı. İçinde bir yerlerde benim ne dediğimi ve ne yaptığımı sorguluyor olmalıydı. Ben de kendimi sorguluyordum ama bir sonuca ulaşamıyordum. "Ramo, Nevzat'ı arasana bir ne olmuş sorsana," dedim. Çatışmanın bitip bitmediğini ve kimlerin ölüp kaldığını çok merak ediyordum. "Hala ne oluyor Allah aşkına? Niye böyle davranıyorsun?" dedi bıkkınlıkla. "Gerçekten anlayamıyorum seni. Aklından ne geçiriyorsun gerçekten anlamıyorum artık. Yoruldum ben hala."

"Ben sanki yorulmadım," dedim titreyen sesimle. "Ben ne yaşadığımın farkındayım ya sanki sana anlatmam kaldı."

"Sen bu Yavuz'un ölmesini istemiyorsun değil mi?" diye sordu. "Tabii ki istemiyorsun. Benimki de soru."

"Saçmalama," diye çıkıştım. Halbuki saçmalayan bendim. "Eğer dediğimi yapmayacaksan sus," dedim. Ramo sesli bir nefes verdi ve eline telefonu aldı. Bir taraftan da dikkatini yoldan ayırmıyordu. Nevzat'ı aradığını düşünüyordum. Nevzat'ı arıyor olmasını her şeyden çok istiyordum. Telefon açılmış olacak ki beklemeden "Nevzat durum ne?" diye sordu ve hoparlörü açtı. "Yavuz Bey'i aldılar," dedi Nevzat. Sesi kesik kesik geliyordu. Koşuyor olmalıydı. Arka planda çok fazla gürültü vardı. "Cihangir pazarlık isteyecek muhtemelen. Fidan Hanım'ı bırakıp gelmen lazım Ramo, sana haber vereceğim."

Ölü olarak almalarının bir faydası olmayacağına göre Yavuz yaşıyor olmalıydı. Nasıl hayatta kalabilmişti? "Tamam halamı bırakıp gelirim," dedi ve telefonu kapattı Ramo. Dikiz aynasından da bana anlamlı bir bakış atmayı ihmal etmemişti. "Yavuz yaşıyormuş, mutlu olabilirsin," dedi. Gözlerindeki anlamlı bakış sesine ima olarak yansımıştı. "Ramo!" dedim uyarıcı bir sesle. "Benimle bir daha böyle imalı konuşma, sakın!"

"İmalı konuşmuyorum hala. Olanı söylüyorum sadece. Sen de inkar etmeyi bırakıp kabul etsen iyi olur. Sen Yavuz'un ölmesini falan istemiyorsun ama öyle davranıyorsun ve bu da canımı çok sıkıyor."

"Seni öldürmeye kalkan, ailemize zarar verecek bir adamın yaşamasını falan istemiyorum, yeter kapat şu konuyu," dedim. Gerçekten de bu konunun bitmesini istiyordum. Çünkü ben bile bazı şeylere karar verememişken tartışmamızın bir anlamı kalmıyordu. Benim için her şeyden önce ailem geliyordu. Bu her zaman böyle olmuştu ve bu olayda da böyle olacaktı. "Tamam hala öyle olsun," dedi ama hiç de inanmış gibi söylememişti. Sadece benimle gereksiz olduğunu düşündüğü bir tartışmaya girmek istemediğini anlamıştım. Yol boyunca ikimiz de sadece susmuştuk. Şehir arkamızda kalırken yolu aydınlatan ışıklar yüzüme çarpıyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Bir an için Melis'e gitmek istedim. Onunla olmak istedim. Ramo'ya söylesem sabrı taşar mıydı emin değildim ama şu an Melis'in babası gibi olan mavi gözlerine ihtiyacım vardı. "Ramo beni Melis'e götürsen olmaz mı?" dedim en yumuşak tavrımla. Beklememe gerek yoktu. İçimden geleni direkt söylemem herkes için iyi olacaktı. Ramo arabayı yavaşlattı ve bizden başka kimsenin olmadığı yolun kenarında durdu. Bana döndüğünde "İçin rahat etmeyecek değil mi?" diye sordu. Yüzü yorgundu ama gözlerinde, derinlerde bir yerde beni anlayan bir ifade vardı. Çünkü o da çok acı çekmişti ve hala acı çekiyordu. İkimiz de kabul edemediğimiz çok şey yapmıştık. İçimize sinmese de yapmıştık. "Melis'i görmek istiyorum ona ihtiyacım var," dedim. Kafasını salladı ve hiçbir şey demedi. Bu suskunluk sinirlerimi bozuyordu. Birkaç dakika karar vermek ister gibi yola bakarak bekledi. Araba yeniden hareket etmeye başladığında hala aynı yoldan gidiyorduk ve Ramo'nun inadının yine tuttuğunu düşünmeye başlamıştım. "Bir şey demeyecek misin?" dedim. Sessizliği bozmak istiyordum. Evet veya hayır, bir cevaba ihtiyacım vardı. Ama Ramo susmakta kararlıydı. "Niye bir şey söylemiyorsun?" dedim. Cevap alana kadar susmaya niyetim yoktu ama çabam boşunaydı. Ramo sinirini gaz pedalından çıkarmaya başlamıştı ve fazlaca hızlı gitmeye başlamıştık. "Yavaş," dedim ama beni dinlemedi aksine hızı daha da arttırdı. Bana içten içe kızıyordu ve belki de çok şey söylemek istiyordu ama olmuyordu. Yapamıyordu. Beni kırmak ve çiğnemek istemiyordu ama onun da sabrının bir sınırı vardı ve biz o sınırı çoktan geçmiştik. O yüzden ona da bir şey diyemiyordum. Çaresizce sorgulamayı bırakıp derin bir nefes aldım ve başımı cama yasladım. Üzerimde tarif edilemez bir yorgunluk vardı. Bunca yıl çok fazla şey yaşamış, çok fazla kayıp vermiştik ama her seferinde ayakta duracak bir bahane bulmuş, ailemin yanında asla zayıf durmamaya çalışmıştım şimdi ise aralarında en zayıfları benmişim gibi geliyordu. Gözlerim karanlık yola dalmış ve kapanmaya başlamıştı. Açık tutmak istiyordum çünkü gözlerimi kapattığımda üzerime vurulup düşen adam, bağırışlar ve silah sesleri zihnime doluyor beni karanlığa çekiyordu. Bir uyku hapı olsa da atsam diye düşündüm. Bugünü birkaç saatliğine unutmak iyi gelirdi. Gözlerimi hafifçe kapatıp zihnimde savaş başlamışken araba durdu. "Geldik hala."

KARANLIKWhere stories live. Discover now