11.Bölüm

358 18 25
                                    

Eveet, biraz geç de olsa sonunda yeni bölümle karşınızdayım. Geç gelmesini telafi etmek için biraz daha uzun tutmaya çalıştım. Bundan sonraki bölümler de biraz geç gelecek ama buna karşılık elimden geldiğince uzun yazmaya çalışacağım. Ayrıca bu bölümü hikayenin başından beri bana hep destek olan, takıldığım anlarda önerileriyle ilham veren Yanlışlıkla Patlayanlar grubuna ithaf ediyorum <3 :) Keyifli okumalar, gözden kaçırdığım kelime hataları varsa kusura bakmayın. 

----------------------------------------------------------------------------------------------------

Y.G

Defalarca kez tekrar eden her aramamın sonucu cevaplanmamak olunca telefonu cebime atıp salonda öylece oturmaktan başka çarem kalmamıştı. Bir ara nevzat yanıma gelip konum takibi yapamadıklarını söylemişti, tabii ki yapamayacaktık çünkü Mahir buna izin vermeyecekti. Fidan'ın telefonunu bile takip etmekten aciz bir insan olduğum gerçeğinden uzun zamandır kaçmaya çalışıyordum ama sonunda o gerçek beni bulmuştu. Benden bir şey söylememi bekleyen Nevzat'a sadece yorgun bir bakış atmıştım. "Önemli bir problem olsa haberimiz olurdu herhalde, kendisi çıkmış belli," dedim. Şüpheci yanım her türlü felaketi aklından geçirse de bir yanım Fidan'a güveniyordu. O ara salona Özlem girmişti. Yüzünde benimkinden bile daha yorgun bir ifade vardı. Hiçbir şekilde göz teması kurmadan karşımdaki koltuğa oturduğunda ben de Nevzat'a başımla çık işareti vermiştim. "Ne olacak böyle Yavuz?" diye sordu bıkkın bir sesle. "Hiçbir şey olmadan sizi buradan çıkaracağım merak etme," dedim güven vermek isteyen bir tavırla.

"Çıkaracaksın?" dedi inanmaz gözlerle. "Nasıl yapacaksın anlatsana bir."

Özlem'in yorgunluğu kendisini giderek gerginliğe bırakıyordu. Bunu stres altındayken yaşadığı sağ bacağındaki hafif titremelerden anlayabiliyordum. Aslında şu an onunla tartışacak halde değildim. Aklım tamamen Fidan'daydı ama bu sefer de tartışmadan kaçarsam Özlem'in bir delilik yapabilme ihtimalinden korkuyordum. Bugüne kadar kendinden şüphe etmemi gerektirecek hiçbir şey yapmamış olmasına rağmen etrafımda artan tehlikeler ne yazık ki ondan bile şüphe etmem için yeterliydi.

"Zor olacak ama yapacağım," dedim genel bir ifadeyle. "Bir açık kolluyorum onu bulur bulmaz yurtdışına göndereceğim sizi."

"Peki sen Yavuz? Hadi bizi çıkardın bu cehennemden sen ne olacaksın?"

Her şeye rağmen ne soracaksa cevaplamaya hazır olsam bile şu anda sorduğu sorunun bende bir cevabı yoktu çünkü ben de kendi sonumu kestiremiyordum, iyi şeyler olmayacağından emin gibiydim ama başıma gelecek olan kötü şeylerin dozunu da bilmiyordum. Her an her şey olabilirdi.

"Bilmiyorum Özlem," dedim lafı eğip bükmeden. "Gerçekten bilmiyorum, size bir zarar gelmesin yeter bana."

"Sana zarar gelirse biz hayatımıza hiçbir şey olmamış gibi devam ederiz mi zannediyorsun? Melis... Bari onu düşün."

"Düşünüyorum zaten Özlem! Hatta düşünmekten kafayı yemek üzereyim ne olur nefes almama izin ver, lütfen," dedim ters bir tavırla ve ayağa kalktım. Sesimi yükseltmemiştim ama gözlerimdeki sinir ve tavırlarım fazlasıyla kendini belli etmişti. Özlem'i üzmek istemiyordum ama böyle kritik anlarda sürekli kötü şeyleri düşünmesi benim zihnimi allak bullak ediyordu. Bir kere de koşulsuz şartsız güvenilen kişi olamayacak mıydım? Özlem salondan sessizce çıktığında ben de az önceki yerime yeniden oturmuştum. Sol kolumu koltuğun önündeki sehpaya koyup başımı elime yasladım. Sessizlik... Evet istediğim tek şey sessizlikti. Bir insan sabah umutla kalkıp birkaç saat içinde nasıl bu kadar dağılabilir diye düşünmeye başlamıştım ama söz konusu benim hayatım olunca tabii ki bazı şeyleri sorgulamak gereksizdi. Gözlerimi kapattım ve sabah olanlar yine film şeridi gibi zihnimden geçti. Metin'in arka planda kendini inanılmaz güçlü sayması basit bir durum olamazdı. Mutlaka yıllar içinde gözden kaçırdığım durumlar olmuş olmalıydı ve ben artık Cihangir, Ruslar, İngilizler ve Ramo denklemine Mahir, Metin ve Acar'ı da dahil etmek durumunda kalmıştım. Aradaki parazitleri saymak dahi istemiyordum. Bir ara tüm bu bağlantıların her biri için kavram haritası mı hazırlasam diye düşünmeye başladım. Karşı taraf o kadar kalabalıktı ki ben bunca şeye rağmen hala nefes alabilmeme bile şaşırıyordum. Normalde denklemden Ramo çıkmıştı ama Metin'in son söyledikleri zihnimden geçenlerle benzerdi. Ramo'nun Cihangir'le olan işi bitince bana döneceğinden adım gibi emindim ve gerçekten Fidan'ın da buna müdahale edemeyeceğinin farkındaydım zaten böyle bir durumda Fidan'a herkesi karşına al benim yanımda ol diyecek yüzüm de yoktu. İçten gelen derin bir of çektim ve başımı geriye atıp koltuğa yasladım. Nedense hala başıma ağrılar saplanmamıştı galiba bir şeylere alışmaya başlamıştım. Telefonumun çalmasıyla bir anlığına irkildim. Ekranda Cihangir yazısı görmemeyi dileyerek baktığımda Nevzat'ın aradığını gördüm. "Ne oldu?" diye bıkkınlıkla açtığımda "Yavuz Bey, Fidan Hanım geliyor," dedi. Hemen ayağa fırlayıp Fidan'ın yanına gitmek istedim ama yapamadım, olduğum yerde çakılmıştım. "İyi değil mi, bir sorun yok?" dedim hemen. "Bir şey yok Yavuz Bey merak etmeyin," dedi. Telefonu kapattığımda, içeriye geldiğinde Mahir'le ilgili bir şey söyleyecek olması telaşına kapılmıştım. Gidip yine Mahir'le buluşmuş olabilirdi ya da bir şekilde telefonda görüşmüş olabilirlerdi. "Düşünme Yavuz bu kadar detay," dedim içimdeki sesi susturmak istercesine. "Fidan ne dedi sana, içinden geldiği gibi davran." Kendi kendime konuşup bir de üstüne karşılık verdiğime inanamıyordum ama sonunda bu da olmuştu. Yakında muhtemelen kendimle kavga da etmeye başlardım gerçi şimdi de ediyordum değişen bir şey olmazdı. Dış kapının açılma sesini duyduğumda Fidan'ın içeriye girdiğini anladım. Aslında hemen yanına gidip nerede olduğunu sormak, detayları öğrenmek istiyordum ama bir yandan da böyle yaparsam kendisinden şüphe ettiğimi falan düşünmesinden çekiniyordum. Galiba gerçekten de en iyisi bazı şeyleri kelimelere dökmeden anlatmaktı. Fidan salona girer girmez hemen ayağa kalktım hiçbir şey demedim ve kalbimden geçeni tüm içtenliğimle yaptım, sımsıkı sarıldım. Aslında daha önce yapmam gerekiyordu, bana sığındığı zaman onu yalnız bırakmamam gerekiyordu ama o zamanlar ki Yavuz'u şu an kendime bile hatırlatmak istemiyordum. Yüzüme değen saçlarından gelen bahar çiçekleri kokusu başımı döndürüyordu. Fidan da sımsıkı sarılmıştı benim gibi değildi o. Duygularını gizleyen, saklayan ve bunu yapamayınca da iyice saçmalayan biri değildi. Yıllar önce ilk tanışmamızda da ne istersen sor ben cevaplarım demişti ama tabii ki ben sormamıştım. Kağıt üstünde gelen dosyalar, istihbaratlar bana daha mantıklı geliyordu ama hissediyordum, her şeyin değişmesi elbette mümkün değildi ama en azından Fidan'ın yanındayken farklılaşmaya başlamıştım. "Hep burada kalsam," dedim nefesimi boynuna verirken kısık bir sesle. Fidan'ın gülümsediğini tenime çarpan nefesinden hissedebiliyordum ve bu içimi sıcacık yapmaya yetiyordu. Hiç istemesem de yavaşça Fidan'dan ayrıldığımda gözlerinin yeşillerinden akan umut dolu sevgi kırıntılarını fark etmiştim. "Otursak mı?" dediğinde böyle dalıp gitmelerimi nasıl durdurabileceğimi düşünmeye başlamıştım ama sanırım bunun bir çaresi yoktu. "Tabii," dedim ve Fidan'ın oturmasıyla ben de yanına geçtim. "Bu ev o kadar korumalı diyoruz ama hiçbir koruma duvarı sana yetmiyor," dedim sitemle karışık gülümserken.

KARANLIKWhere stories live. Discover now