Bölüm 1: Aşkın Hudutu

2.8K 257 157
                                    

"Kimine aşk kalır, kimine hasret. Kimine dert kalır, kimine derman.

Kime yar kalır, kimine yara. Kimine sen kalır, kimine sensizlik.

Bana kalansa sensizlik dolu bir hiçlik."


8 Yıl Önce...

05.05.2015, Salı


Aşk, ayrı iki hudutu birbirine bağlayan ince, kırmızı bir ipmiş. Bu ip yer yer kısalır, yer yer uzar ama iki hudut kopmadıkça kolay kolay kopmazmış. Ama o iki huduttan biri ihanet ederse kopar, bağlanamayacak kadar parçalanırsa da yok olur gider, bir daha da uğramazmış iki uç birbirine.

Akdeniz ve Karadeniz olurlarmış.

Çok benzeyen, aynı gibi duran ama birbirine hiç kıyısı olmayan, asla karışmayan, milyonlarca, dere, nehir içinde tek bir yerde bile bağlanmadan yaşayan iki bölge olurlarmış. Bir zamanlar aşkından öldüğün hiç oluverirmiş gözünde de sen anlamazmışsın. Sonra bir gün bir bakarmışsın ki; hiç olmuşsunuz. Ama bununda aşaması varmış. Yani Akdeniz ve Karadeniz olmanın da sırası varmış. Önce kadın Karadeniz olurmuş adam Akdeniz. Anlamazmış. Dingin, huzurlu, fırtınasızca gidişini izlermiş kadının. Kadın Karadeniz olurmuş o anda. Fırtınalı, hırçın, öfkeli... Gidişine değil; durdurmayışına sadece bitişlerini izlemesine kızarmış. Sonra zaman geçermiş. An gelir kadın Akdeniz olurmuş adam Karadeniz. Gidişine kızarmış adam, onu bırakmasına, geri dönmemesine. Fırtınalanırmış, şimşekler çakarmış durgun denizinde, fırtına koparmış da geri dönmezmiş bir şey.

Kadınlar susarak gitmezmiş. Kadınlar sustuklarında gidermiş. Hatta bir kadını susturmamalıymış, soldurmamalıymış adam dediğin. Susarsa, solarsa bir daha geri gelmezmiş çünkü o kadın. Yani kadını ne Akdeniz kadar dingin yapacaksın ne de Karadeniz kadar hırçın. Karadeniz olursa, kendinden o ilişkinden; yorulur gider, Akdeniz olursa, sustuklarından, içine attıklarından; biter gidermiş.

Bir de; Kadını en çok Marmara gibi sevmeliymiş adam. Hem durgun hem sakin. Yeri gelince fırtınalı, yeri gelince güneşli. Öyle bir sevmeliymiş ki; hem bir kız çocuğunu sever gibi hem de bir kadını sever gibi hissettirmeliymiş.

İşte böyle sevmeliymiş. Bu kadar sevmeliymiş. Tutkusunda yakarken, gölgesinde serinlemesine izin vermeliymiş. İşte bu yüzden böyle sevmeliymiş. Onu öyle çok sevmeliymiş ki; bu kadını yok etmeyecek olan dengeyi kursunmuş. Öyle demişti bana babaannem. Böyle anlatmıştı aşkı kendi dilinin döndüğünce aklımda otursun diye de örneklendirmişti uzun uzun.

Babaannem anlatırdı bana hep aşkı, sevdayı ve o sevdayı en uçta yaşayanları. Aşkı ondan dinlemiştim ben. Sevdayı, sevmeyi ondan öğrenmiştim. Leyla'sı için çölleri aşan Mecnun'u; Şirin'i için dağları delen Ferhat'ı, Aslı'sını bulmak için diyar diyar dolanan Kerem'i, Padişah'ın kızı; Zühre'si için sürgünden dönüp de ölümü göze alan Tahir'i babaannem anlatmıştı bana.

'Seni böyle sevecek bir adam bul. Eğer bu gada sevmeyecaksa heç bulma güzel kizum. Aha ben dedenu sevdum da ne oldi?' Derdi sonra ben ona, 'Dedem sevilecek adam mı nene?' derdim o da bana, 'Deden sevilecek adam değuldur ama ben sevdum.' derdi. O da biliyordu dedemin sevilmeyecek bir adam olduğunu. Bakışlarını kaçırdı.

Benim babaannemin çok güzel mavi gözleri vardı. Her zaman bakmak isterdim ben onlara o yüzden hep gözüme gözüme bakardı. O gün ilk defa kaçırdı bakışlarını benden.

SürmeneliWhere stories live. Discover now