Bölüm 8: Al Gözümden Yaşları

2.4K 267 85
                                    


"Yarim gezdin yola bakarım uzun uzun gözlerim doldu yine, akamam geldi hüzün oy.

Al gözümden yaşları gün gelir kurutursun, Yaz bunu bir kenara gidersen unutursun."

~ Aysel Yakupoğlu - Gün Gelir


Deva'dan...

Unutulmuş bir limanın son müdavim yolcularıydık biz. Ben artık yokum diyordu müdavimi olduğumuz o liman ama onu dâhi görmek istemiyorduk. Biliyorduk çünkü. Biliyorduk gördüğümüzde hazan vaktinde dökülen yaprak dökümleri gibi çil çil dökülecek kara kışın esen rüzgarlarda dört bir yana savrulacaktık. Kaçırdığımız binlerce güz dökümünü kaçırmaya devam etmek, giden yüzlercesine binlercesini eklemek istiyorduk. Biz istiyorduk ama güz dökümüyle iş birliği yapmış olan kader bizim isteklerimizden çok farklı çalışıyordu.

Acı içinde yaralarına sarıp, dikişlerini attığım İhsan acıyla 'geldiler' diye inliyordu. Kimin geldiği ya da neyin geldiği hakkında en ufak bir fikrim dâhi yoktu. Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdi artık. Karanlıkta gibi hissediyordum. Etrafımdaki herkesin benden bir şeyler sakladığına şahit oluyordum ve içimdeki ihanet hissi her an daha da körükleniyordu. Ne yapacağım, nereye gideceğim, kimse sığınacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Artık ne kendime bile sığınmak istemiyor, en çok kendimden kaçmak istiyordum.

Yorulmuştum.

Geçirdiğim yirmi beş yıl beni yorup, yıpratmıştı. Kim olduğumu bile sorgular bir hale gelmiştim. Sadece son sekiz senemin içinde ki en büyük kalp sancım olan Barut değil ondan öncesi de beni yıpratmıştı. Hâlâ ailem bilmek zorunda kaldığım kişilerin dikteleri altında çırpınmak zorunda kalmak, bilmediklerimin ortasında kalan bildiklerimi de saklamak ağır geliyordu.

Bir yüzleşmeye ihtiyacım vardı. Canımı yakan, beni depresif bir ruh haline iten; omuzlarıma günahlarını yükleyen herkesle tek tek büyük bir yüzleşmeye ihtiyacım vardı. Bu yüzleşmeye ihtiyacım olduğunu bilmeme rağmen hepsinden kaçıyordum. Sonunda kimsesiz kalacak olduğumu bildiğimdendi bu kaçışlarım. Kalabalıklar içinde bir yalnızlıkta büyümüştüm ben. Buna rağmen o kalabalığı istiyordum. Lüzumsuz kalabalıktansa asil bri yalnızlığı tercih edebilen herkese hayrandım ama ben yapamıyordum. Her şeyi yapabiliyordum ama yalnız kalamıyordum. Oysa yalnızdım işte! Bunca kalabalığın içinde tek başımaydım zaten. Bunu kendime ne kadar söylesem de iş icraata gelince olmuyordu. 

Lafla peynir gemisi yürümez derlermiş eskiler haklılarmış. Benim afili yalnızlığım sadece lafta. Elimdeki iğne ve ipliği kenara bıraktığımda attığım dikişe baktım. Kusursuz değildi ama kötü de değildi. Benim gibi daha cerrah olmanın yanından bile geçmeyen, deneyimsiz bir adaya göre başarılı sayılabilirdi. Bu başarıyı köşede beni izleyen kocama bağlıydım.

Fakültede düşünmemek için sabahtan akşama kadar kalır her boş anımda dedemin ve Sürmeneli olmamın da verdiği avantajla kadavralar üzerinde dikiş atar, çalışma yapardım. Altı senede güzel bir yol kat etmiştim. Gözlerim doldu. Düşünmek istemedikçe düşüncelere çekilmek zaten laçkalaşmış olan sinirlerimi daha da bozuyordu. Ne istiyorlardı bunlar benden ya? Neden olaylı bir günün ardından yatağıma girip, kimsesizliğimle bağıra bağıra ağlayamıyordum? Buna bile mi hakkım yoktu?

"Biraz ağrın olabilir." Dudaklarımın arasından çıkan kelimelerin ardından dikiş attığım kısımlara baktım. Gözleri yarı açık yarı kapalı bana bakıyordu. Kolunda, karnında, kaşında ve dizinin biraz üzerinde baldır kısmında... Kesinlikle ağrısı olacaktı. İstediğim ilaçların içinden ağrılarını hafifletecek bir ağrı kesiciyi serumun içine enjekte ettikten sonra koluna hızlı bir damar yolu açıp serumu bağladım. "Her ihtimale karşı serum taktım ama ağrıların seruma rağmen olursa bir serum daha takarız söylersin." Kafasını salladı ağır ağır. "Geçmiş olsun." Hafif bir gülümsemeyle ayağa kalkarak eşyaları toplamaya başladım. Hiçbirinin yüzüne bakmıyordum. Aslında normal davranıyordum.

SürmeneliDonde viven las historias. Descúbrelo ahora