Bölüm 10: Bir Nefeslik Mola

2.5K 254 84
                                    

"Kader kimine güler, kimine ağlar,

Kader kimini güldürür, kimini ağlatır."

Deva'dan...

Kader, insanın en cesur düşmanıdır.

Neden mi? Çünkü geldiğini de gittiğini de aldığını da verdiğini de hep gözlerinin önüne sererek senden alır. Ona biat etmeni ister. Biat edersen seni ezer, biat etmezsen ezene kadar eziyetine devam eder. Bu döngü iki taraftan biri ya ölene ya da pes edene kadar devam eder. Bir ihtimal daha girer bu döngüde. Üçüncü bir ihtimal... Belki de en zor ve ağır olan ihtimalin olduğu kısımdır bu üçüncüsü. O da kazanmaktır. Ya sen kazanırsın ya sen! İşte bu ihtimalin varlığının olduğu bir ihtimal en ağır hasarla çıktığındır. En çok yara aldığın, en çok canının yandığı ama sonunda ben başardım dediğindir.

Ben üçüncü ihtimal için çabaladım hep. Kaderime hiçbir zaman boyun eğmedim. Asla 'sen büyüksün, al ben de sana biat ettim' demedim. Bunu bilmeden yapmadım ama bildiğimden yaptım. Kadere bir kere boyun eğersem bir daha esaretinden kurtulamayacağımı bildiğimden hep direndim. 'Zafer direnenlerindir' diye bir söz vardır. Haklıdır aslında o söz. Çünkü kader korkakları sevmez, tarih korkakları yazmaz, diziler, filmler, kitaplar korkakları anlatmaz. Asıl anlatılan, sevilen hikayeler hep kadere karşı savaşan kahramanlardır.

Kendime hiçbir zaman kahraman demedim ya da kahraman gözüyle bakmadım ama hayatın içinde direnip, kendi doğrularıyla, kimseye zararı olmadan yaşayan insanlarında asla bir kahramandan farksız olduğunu düşünmedim.

Sıradan bir kadın değilim. Bunu biliyorum. Bunu hep biliyordum. Sürmeneli ya da Hopalı olmanın gücünden değil sıra dışı olmam. Eğer bundan sebep olsaydı ailenin diğer kadınları kadar sıradan olurdum. Benim farklılığım özümde saklıydı hep. O özü hiç kimseye bozdurmadığım gibi kimsenin görmesine de izin vermedim. Hep ben de kaldı, hep en içimde saklı kaldı.

Zamanın çizgisi bozulup, oklar zehre batarak eridiğinde kılıçlar beni buldu. Kılıçların hedefi olmaya her zaman alışık olsam da sırtıma inen hançerler, hayattan her şeyi bekleyen bir insan olmama rağmen beni bile sarstı. Karanlık sayılabilecek bir gecenin koynunda, evdeki aydınlatmaya rağmen karşımdaki insanların karanlığına o kadar bulandım ki zifire aşık attığımı fark ettim.

Bana ilk evlilik gününden beri anlattıkları her şeyi sabırla dinledim. Dudaklarından dökülen her bir cümleyi, her bir mimiği aklıma kazımak ister gibi tek tek odaklanarak dinledim. Aldıkları nefes sayısına, kırptıkları gözlerinin titremiş sayısını dahi hatırıma kazıyacak kadar odağımı verdim. Verdiğim tüm bu odağa rağmen hala kendimi bir bilinmezin ortasında hissetmekten alıkoyamadım kalbimi de aklımı da.

Kafamda milyonlarca soru vardı. Bana anlattıkları bunca şeye rağmen milyonlarca soru vardı çünkü bana anlatmadıkları milyonlarca kısım da vardı. Bilinmezlikten nefret eden birini, bilinmez bir denklemin ortasında bırakmalarından daha da sinir bozucu bir şey vardı. O da şu anda başıma gelen şeydi. Aklımda ki her soruya bir cevabım vardı ve o cevapların hepsinde mantıklı bir kısım vardı. Hangisini absorbe edip içime hapsetmeye çalışırsam çalışayım, neresinden tutarsam tutayım mantık hep benden yana bakıyordu.

Ne kadar mantık benden yana da baksa bildiğim başka bir şey daha vardı o da şuydu ki; her mantık tezinin karşıt bir tezi de olurdu. Bu tezin ne olduğunu bilmediğim için kendi vicdan muhakememde daima ben haklı çıkıyordum.

Ama bir insan daima haklı olabilir miydi? Olamazdı!

İllaki arada bir yerlerde gözünden kaçan bir şeyler olurdu. Gözümden kaçan yerlerin onların anlatmayıp sakladıklarında olduğunu bildiğimden içimde ki kırgınlık azalmak yerine arttı.

SürmeneliМесто, где живут истории. Откройте их для себя