Rüzgar.

83.3K 4.1K 1.9K
                                    

Merhaba, bücükler.

Bu kitap için Masal'ı konu olan bir özel bölüm yazıldı ama Rüzgar için yazılmamıştı. Ben de dedim ki Rüzgar'ın neyi eksik? Ve Rüzgar için bir özel bölüm yazdım ama çok bir şey beklemeyin. Masal olmayınca iyice sıkıcı bir adama dönüşüyor :D

Neyse işte bu yazdığım bölüm Masal öldükten sonra hapishaneye giren Rüzgar'ın on beş yıl geçtikten sonra hapishanedeki bir gününü konu alıyor. Okumak isterseniz aşağıda. Bir de bölümün en sonuna İstanbul için düzenlenecek iki imza gününün bilgilerini koyuyorum. Bakarsanız sevinirim.


"Bence asıl ölmek,

istenilmeyen bir dünyada yaşamaktır,

her yirmi dört saatte yirmi dört kere ölerek."


[Orhan Kemal]



Hapishane de.

Rüzgar'ın Bakış Açısından.

Soğuk artık aralarına beyazlar düşmüş sakallarımın üzerine tüm gücüyle vururken sobanın üzerinde pişen ve benim payıma düşen çorbayı gerisin geriye tencereye boşalttım. İlkbahar gelmek üzere olduğu için birkaç gündür hava yağmurluydu ve nedense sert bir soğuk hâkimdi, nasırlaşmış vücutlarımızın üstüne.

Ve her yağmur yağdığında bu nasırlar iyice tenime batıyor ve onları okşayan bir el, gizli gizli yaralarımı iyileştiriyordu. İşte bu gecelerde onu hatırlıyordum. Çünkü hem iyileşirken hem de öldüren beni ondan başka kim vardı ki?

Yeni yıkandığım için ıslanmış saçlarımı dağıtıp sobanın yakınlarındaki yatağıma geçmek üzere hareketlenirken aynı zamanda da hapishanede bir türlü anlaşamadığım heriflerin sessiz olmalarını diler bir halde buldum kendimi. Çünkü onu her özlediğimde yağmur damlalarında buluyordum kendimi. Ne garipti ölümünün ardından geçen on beş yılın sonunda bile hala onunla olan anılarım hatırımda, birazdan uyandığımda yanımda uyuyan ve yağmurdan korktuğu için titreyip sayıklayan Masal'la karşılaşacak gibiydim.

Ah, siktir, benim miniğim şimdi toprağın altındaydı ve bahar renkli gözlerini ebediyete kadar kapamıştı. Zaman acılarımı neden unutturmuyor bilmiyordum ama bana karşı hiçbir zaman işlemeyen adaletin kölesi olmuş bir şekilde bu koğuşa tıkılmış olduğum her an onu deli gibi, siktir, lanet olsun, hiçbir kelime ona olan özlemimin yerini tutamazdı. Onun tadı hala dudaklarımdaydı, kokusu hala çilek gibiydi ve beni bırakmış olabileceğine inanmak güçtü.

İlk defa konuşmak istedim, bağırmak, sessiz kalmamak. Ama hiçbir bok yapamadım, zaten günlerim de böyle geçmiyor muydu? O olmayınca yalnızlığımı tüm çıplaklığıyla hissediyordum.

Lanet şey, o minik kız benim her şeyimdi, nasıl giderdi ki? Beni bırakmayacağına dair olan tüm sözler zihnimde yankılanırken ona kızmadan önce zihnimde kalan sesinin tınılarını tadını çıkarmak için amaçsızca bir mücadeleye girdim ama ardından sinir damarlarıma yayıldı.

Ardından sesini unuturken kendime defalarca kez küfür ettim. Yüzü bile siliniyordu, neden normal bir insan olup onunla fotoğraf çektirmediğimi bile bilmiyordum. Lanet olsun onu çok özlüyordum ama hatırlayamıyordum bile. Zamanın benden götürdüğü tek şey buydu!

Tanrım, ben ona taparken o belleğimden siliniyordu. O gülüşleri yoktu mesela artık. Geriye yalnızca ölmeden önceki son bakışı vardı ve şimdi artık o bakışa onca duygu sığdırılmıştı ki... Eskiden çok gençtim ve onu üzecek bir sürü piçlik yapmıştım o yeri gelmişti bana kırılmıştı, yeri gelmişti onun saçlarını çektiğimde ya da sevişmeden önce sinirlenmesini görmek için onu kızdırdığımda sinirlenmişti, onu ağlattığım olmuştu, çok nadir bazen de gülmüştü. Ama yanımda hiçbir zaman kalp atışları normal olmamıştı. O kadar büyük bir boşluk vardı ki o gittiğinde gözlerinde, içine yaşadığımız tüm duyguları sığdırmıştı.

YARAMAZ ÇOCUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin