1. BÖLÜM: İs, Kül ve Başka Bir Yer

207 79 130
                                    

Güneş, sarp kayalıkların önünde uzanan durgun denizin ardına ağır ağır batıyordu ve ben, bu kasabanın akşamları büründüğü hâlden nefret ediyordum.

Gündüzleri az da olsa sokakları dolduran insanlar, hava karardıktan sonra tamamen evlerine çekilirlerdi. Ağaç gövdeli elektrik direklerinin ışıkları her zaman cansız ve sarıydı. Akşamları o solgun ışıkların çevresinde uçuşan tüm o kanatlı böcekleri görebilirdiniz, aynı yerde saatlerce dönüp dururlardı. Hava nemli ve basıktı. Dışarıdayken her an duyulan dalga sesleri bir zamanlar bana huzur verirdi, artık vermiyordu.

Neredeyse bir saattir üzerinde yürüdüğüm asfalt yolda bir süreliğine durdum ve dönüp arkamdaki, buraya kadar yürüdüğüm kasabaya baktım. Altımdaki yol bir yılan gibi kıvrılarak kasabaya uzanıyordu. Oldukça uzakta kalmıştı, hava kararmaya başladığından evlerin ışıkları bir bir açılıyordu. Şimdi yüzüm ilerideki kasabaya dönükken orman sağımda kalıyordu, deniz ve gün batımıysa solumda. Döndüm ve yürümeye, kasabadan uzaklaşmaya devam ettim.

Bütün öğleden sonramı etrafı arayarak geçirmemin sebebi benden beş yaş küçük olan kız kardeşim Denisa'ydı. Öğlen vakti biraz yürümek, hava almak için evden çıkmıştı; o zamandan beri de ortalıkta yoktu ve işte bu sebepten ötürü ben, altı sene önce yalnız başıma terk ettiğim bu kasabaya yaptığım kısa süreli ziyareti kardeşim için endişelenerek geçiriyordum. Üstelik hava da soğuyordu.

Üstümdeki beyaz, kısa şişme montun fermuarını boğazıma kadar çektim ve ellerimi ceplerine soktum. Koyu gri kot pantolonum bacaklarımı sıkıca sarıyor ve bu uzun soluklu yürüyüşü çok daha çekilmez bir hâle getiriyordu.

Önceki başarısız denemelerimde olduğu gibi yine cevap almayı beklemeyerek "Deni! Beni duyuyor musun?" diye seslendim. Nitekim öyle de oldu, duyabildiğim tek ses kayalıklara vuran dalgaların ve cırcır böceklerinin sesiydi.

Kısa bir süre daha yürümeye devam ettim, ta ki bana çocukluğumdan tanıdık gelen bir görüntüyle karşılaşana kadar: Ormanın içine doğru uzanan o belli belirsiz patika. Oradan geçmeyeli yıllar olmuştu ama yine de yolun nereye vardığını açıkça hatırlıyordum. Yol; ormanın derinliklerinde, bundan yaklaşık kırk sene önce çıkan bir yangın sebebiyle terk edilip yalnızlığa gömülmüş ama ana hatlarıyla hâlâ ayakta duran bir eve çıkıyordu.

Biliyordum çünkü her ne kadar tehlikeli olsa da çocukken ben ve Denisa bazen küçük arkadaş grubumuzla birlikte o eve gider, yıllardır evle ilgili anlatılagelen o eskimiş hikayeyi anlatır ve evin yıkık dökük duvarlarının arasında "Ev beni yuttu!" nidaları atarak saklambaç oynardık. Şimdi düşününce biraz ürkütücü ve fazlasıyla tekinsiz geliyordu.

Nedeninden emin değildim ancak aniden aklıma Denisa'nın –belki de eski günleri yâd etmek için– o eve gitmiş olabileceği fikri geldi. Hatta saatlerdir oturmuş, benim ne zaman gelip onu orada aramayı akıl edeceğimi görmeyi bekliyor olabilirdi.

Hızlandırdığım adımlarımı asfalt yoldan patikaya çevirdim. İtiraf etmem gerekirse bu saatte, yalnız başıma burada olmak beni tedirgin etmeye başlamıştı. Bu tedirginlik ise yavaş yavaş anlam veremediğim bir öfkeye dönüşüyordu, eğer sevgili kardeşim bunca saat yalnızca şaka yapmak veya beni korkutmak için ortadan kaybolduysa ona gerçekten çok kızacaktım.

Yerdeki çalı çırpıları siyah botlarımla ezerek ormanın içinde ilerlerken bir kez daha seslendim: "Denisa!"

Yürüdüğüm patika gittikçe dikleşiyordu ve hatırladığımdan daha kayalıktı. Bir zamanlar çok daha işlek bir yol olduğu ortadaydı, şimdiyse tıpkı o ev gibi ormanın ortasında zamanla yitip gitmeye mahkumdu.

Kumdan KaleWhere stories live. Discover now