8. BÖLÜM: Üç Tablo

66 58 0
                                    

Anahtarını kaybettiğin bir odada kilitli kalmak gibiydi. Kendi ayaklarımla gelmiştim ancak şimdi nasıl çıkacağımı bilmiyordum. Ait ve alışık olduğum yaşantım, kapının ardında kalmıştı. Evim, işim, bildiğim hâliyle ailem... Üstelik sadece ben de değildim, kardeşim de benimle aynı durumu paylaşıyordu.

İhanete rağmen devam eden bir evlilik ve iki kızının birden kaybı... Üç gündür kendi evrenimizdeki evimizde kopmakta olan fırtınaları hayal dahi edemiyordum. Bu sabah öğrendiklerime bakacak olursak bunu asla öğrenemeyecektim de. Yıllarca süren bekleyişin ardından sonunda ailemiz bizden ümidi kesecekti, aylarca kimsenin uğramadığı apartman dairem boşaltılacak, bir daha asla açamayacak olduğum telefonum boş yere çalacaktı.

Arabanın penceresinin önünden teker teker, yavaşça geçen lambaları izlerken aklımdan geçenler bunlardı. Gece yarısıydı, yolculuğun neredeyse sonundaydık. Alro saatler önce sürücü koltuğuna geçmişti; ben de yanındaki koltukta oturmuş, dalgın ve uykulu gözlerle dışarıyı izliyordum. Dizlerim konsola yaslı, ayaklarım havada ve kollarım göğsümde bağlıydı. Üstten hafif aralık bırakılmış olan pencereden içeri sızan esinti, ben ne kadar arkaya doğru itsem de kumral saçlarımı yüzüme düşürüp duruyordu.

Yılan gibi kıvrımlı olan dağ yolunda, sessizlik içinde ilerliyorduk. Kasabanın ışıkları sonunda görünmüştü. Dalgaların sesi, arabanın motorunun çıkardığı uğultuya karışıyordu. Gökyüzündeki şişkin ayın silüeti denizin üstüne düşmüştü.

Alro'nun evine uzanan o hafif dik patika hemen ilerimizdeydi. Aslında yanından geçip gidecektik ancak öyle olmadı. Tam patikanın hizasındayken Alro aniden yavaşladı. Patikanın üzerine, orada olmaması gereken bir aydınlık düşmüştü. Işığın kaynağı patikanın sonundaydı.

"Evin ışıkları yanıyor." dedi Alro, arabayı tamamen durdurduğu esnada. Uzun zamandır güçlükle aralık tutuyor olduğum gözlerimi ovuşturdum ve dizlerimi konsoldan indirerek oturduğum yerde doğruldum. Bulunduğumuz yerden ev görünmüyordu ancak ormanın ortasında başka hiçbir ışık kaynağı olmadığını düşününce patikayı aydınlatan şeyin gerçekten evin ışıkları olduğu anlaşılıyordu.

Alro bir miktar geri geri gitti, sonra patikaya girip ilerledi. Şimdi ev tam karşımızdaydı ve alt kattaki tüm ışıkları yanıyordu. Evin taştan örülmüş bahçe duvarının hemen önünde arabayı durdurdu, kontağı kapattı.

"Bu kadar erken gelmesini beklemiyordum." diye mırıldandı Alro, kaşları belli belirsiz çatılmıştı. Kafam o denli dağınıktı ki bir an kimden bahsettiğini anlayamadım, sonra dün sabah söylediği şey birden aklımda belirdi.

Dile getirmeme gerek kalmadan evin kapısı açıldı ve dışarıya yaşlı bir kadın çıktı. Altmışlarındaydı. Gözlerinin ve dudaklarının kenarlarında belirgin çizgiler vardı. Bir kısmı beyazlamış olan koyu renk saçları kısa kesilmişti. Üzerinde yaprak desenlerine sahip, uzun bir elbise ve örgü hırka vardı. Boğazına bağladığı laciver fular omuzlarını örtüyordu.

Alro arabadan çıktı, ben de öyle yaptım. Kadın, ellerini önünde kavuşturmuş; kapının önünde duruyordu. "Anne?" dedi Alro; bunu anlamak için onu duymama gerek yoktu, kadının yüzüne bakmam yeterliydi.

Alro'nun annesi gülümsedi, sonrasında bakışlarını oğlundan bana çevirdi. Sanki yaşanmış olan her şeyi biliyormuş gibi "O talihsiz misafir sen olmalısın." dedi. Yıllar önce de aynı şeye şahit olmuştu, sakinliğinin sebebi buydu. "İçeri gelin, size anlatmam gereken bazı şeyler var." Ve eve girdi.

Merak duygusu içimi kapladı. Alro'nun peşinden bahçe kapısından geçtim, eve girdim. "Ne zamandır buradasın?" diye sordu Alro'nun annesi, onu göremiyordum ancak sesi mutfaktan geliyordu.

Kumdan KaleWhere stories live. Discover now