6. BÖLÜM: Motel

75 61 0
                                    

Kardeşimin ve benim, ait olduğumuz evrene geri dönmemizi sağlayacak olan yanıtlar belki de bir günlük bir yolun sonunda bizi bekliyordu ancak ben yine de bütün o ihtimalleri düşünmeden edemiyordum. Sonsuza dek burada sıkışıp kalmış olabilir miydik?

Eğer öyleyse bile arkamda ne bırakmıştım? Devam eden bir ilişkim yoktu, yakın arkadaşlara veya samimi olduğum akrabalara sahip değildim. Geride şehirdeki küçük bir apartman dairesinden ve muhtemelen şu anda benim için –bizim için– endişelenen ebeveynlerden başka bir şey bırakmamıştım. Biz kaybolalı iki gün olmuştu, annemin içi içini yiyor olmalıydı. Peki ya yıllardır ketumluğuyla bildiğim babam, o da endişeli miydi?

Elimde, içi yedek kıyafetlerle dolu bir sırt çantası ve birkaç küçük su şişesiyle birlikte verandaya çıktım. Sabah saatleriydi. Hava kapalı ve serindi. Günlerdir üstümde olan kirli kıyafetleri mavi bir kot pantolon ve soluk renklere sahip, yatay şeritli bir kazakla değiştirmiştim. Bahçe duvarının ardında Alro elindeki bezle kırmızı jeepinin ön camını siliyor; aracı, en az gece yarısına kadar sürecek olan yolculuğa hazırlıyordu.

Ayağıma siyah botlarımı geçirdim ve fermuarlarını çekmeden verandanın birkaç basamaklı merdivenini indim. Sessiz kasabanın sokaklarını, her zamanki gibi yankılanan dalgaların ve öten kuşların sesleri dolduruyordu. Açık duran bahçe kapısından çıktım ve hemen solumdaki jeepe yürüdüm. Alro'nun üstünde koyu yeşil, çizgili bir gömlek vardı. Bütün dikkatini aracın camını temizlemeye vermişti, bu yüzden yanından geçip gittiğimde bana bakmadı. Elimdeki malzemeleri jeepin arka koltuğuna bıraktım. Bir süre öylece arabaya yaslanıp bekledikten sonra "Güzel araba." dedim Alro'ya, sırf dikkatini çekebilmek için.

Camı silmeye devam ettiği esnada "Öyle." dedi. Ardından duraksadı, başını kaldırıp bana baktı ve "Ehliyetin var mı?" diye sordu bana.

"Var." dedim, sonra daha kısık bir sesle ekledim: "Pek sürmem ama..."

Ağır ağır başıyla onayladı beni. Elindeki kirli bezi, bahçe duvarının dibindeki çöp kovasına attı; kova ağzına kadar dolmuştu. Tam bu sırada Alro'nun telefonu çaldı, telefonunu cebinden çıkarıp arkasını döndü ve jeepden uzaklaşırken telefonu kulağına götürdü. Ben de bu esnada dolu çöp kovasını boşaltmaya karar verdim. Arabanın etrafını dolaştım; kovayı kulpundan yakaladım ve sokağın yukarısına, çöp konteynerlerinin olduğu ana yola doğru yürümeye başladım. Ben ana yola yaklaştıkça dalga sesleri daha da yakından geliyordu çünkü kumsala inen yokuş, ana yolun hemen diğer tarafındaydı.

Sanki içinde kimse yaşamıyormuş izlenimi veren, sessiz müstakil evlerin yanlarından geçtim. Ana yola çıktım. Deniz tam karşımda uzanıyordu, ufuk çizgisi bir bıçak gibi göğü ve denizi ikiye ayırmıştı. Kumsal boştu, sebebi ufukta görünen kara bulutlar olmalıydı. Anlaşılan yağmur yaklaşıyordu.

Ana yolun kenarından yürüdüm. Sağ yanımda neredeyse benim boyuma gelmiş, sıra sıra çalılıklar vardı; evlerin bahçeleriyle aramda uzanıyorlardı. Çöp konteynerlarına ulaştım. Kovayı, bana en yakında olanın içine döktüm ve geldiğim yolu gerisin geri yürümeye başladım. Bu esnada ana yolun ilerisinden bu yana doğru gelen gri renkli bir motor gözüme ilişti. Bu Val'dı. Adımlarımı hızlandırdım, evime giden sokağın başında yollarımız kesişti. Üzerinde bol, siyah bir kot pantolon ve dün giydiği ceketi vardı. Yavaşladı ve bir ayağını yere basıp tamamen durdu. Kaskının camını yukarı kaldırdı. Yüzünde samimi bir ifadeyle "Yola çıkmak için hazır mısınız?" diye sordu.

"Neredeyse." dedim. Aslında gelmesini beklemiyordum, dün saat kaçta yola koyulacağımızı kararlaştırırken bizimleydi ama gelip gelmeyeceğine dair bir şey söylememişti. Muhtemelen o an hâlâ ona anlattıklarımın etkisindeydi. Dönüp ufuktaki koyu renkli bulutlara bakarken "Motorla uzun bir yola çıkmak için iyi bir gün değil." dedim.

Kumdan KaleWhere stories live. Discover now