3. BÖLÜM: Kefaret

96 62 18
                                    

Bazı geceler saatler geçmeyecek, uyku asla kapıyı çalmayacak, göğüs kafesinin içindeki sıkışıklık geçmeyecek ve sabah gün doğmayacak gibi gelirdi ancak sabah olduğunda insan bunların tümünün birer yanılgı olduğunu anlıyordu. Her şey başlıyor ve bitiyor, her şey yaşıyor ve ölüyordu. Saatler geçiyor, uyku bastırıyor, iç huzura yeniden kavuşuluyor ve gün, sen artık doğmayacağını düşünsen bile doğuyordu. Bunu biliyordum çünkü ergenliğimin büyük bir kısmını böyle gecelerde uykusuz kalarak geçirmiştim ve eğer o gecelerin sabahına yıkılmadan uyanmasaydım, şimdi burada olamazdım.

Bozuk, asfalt yol; içinde olduğumuz kırmızı jeepin altında kayıp gidiyordu. Direksiyonda Alro vardı, geceyi uykusuz geçirdiği yorgun gözlerinden belli oluyordu. Ben yan koltukta; Denisa ise arkadaydı, tüm dikkatini camın dışındaki manzaraya vermişti. Eve doğru, yani en azından bu evrende de evimiz olduğunu düşündüğümüz yere doğru gidiyorduk. Yanından geçtiğimiz her bir sönük sokak lambasıyla içimdeki endişe ve heyecan daha da belirginleşiyordu. Neyle karşılaşacağımızı bilmiyordum ve bu bilinmezlik o kadar rahatsız ediciydi ki.

Bir yanına sık ağaçları, bir yanına denizi ve kıyısındaki uçurumları alan yolda ilerlemeye devam ederken dirseğimi camın önüne yasladım ve kafamı kolumun üstüne koyup Deni gibi dışarıyı izlemeye koyuldum. Biliyordum ki gerginliğimin tek nedeni sadece bizi bekleyen şeyler değildi, aynı zamanda geçmişte olanlardı da çünkü ne zaman o menhus virajdan bir daha geçecek olsam, üzerinden yıllar geçmiş olsa bile hep aynı kötü hissin esiri olurdum.

Bundan on bir sene önce, bu yolda; küçüklüğümden beri tanıdığım ve o dönem kısa bir süredir de olsa sevgilim olan Valarian'la kaza yapmıştık ve bu motor kazası onun canına mâl olmuştu.

O güne dair anılarımı defalarca kez kafamda yeniden canlandırmıştım; bu yüzden ne kadarının gerçek olduğunu, ne kadarını zamanla kafamda kurduğumu hatırlamıyordum ancak emin olduğum bir şey vardı ki eğer ben olmasaydım bu kaza asla gerçekleşmezdi çünkü o gece, o yoldan geçiyor olmamızın tek nedeni bendim.

Soğuk bir sonbahar akşamıydı, gerçi bu kasabada neredeyse her akşam öyle olurdu. O zamanlar on altı yaşındaydım. Odamın her bir duvarında sevdiğim müzik gruplarının posterleri asılıydı. Büyük bir hevesle aldırdığım –ki bunda Val'ın o dönem davul çalıyor olması da etkiliydi sanırım– ama asla düzgünce çalmayı öğrenemediğim, hatta şu anda nerede eskiyor olduğunu bile hatırlamadığım, kırmızı elektro gitarla yatağımın üstünde oturmuş; çelik tellerden kulak tırmalamayan sesler çıkartmaya çalışıyordum. Ailem uzun süredir gitmek istediğim müzik festivaline gitmeme izin vermediğinden saatlerce odamdan çıkmamıştım. Şimdi düşününce, keşke bir şekilde gerçekten oraya gitmeme engel olsalardı diyordum.

Odamda oturmaya devam ettiğim esnada aniden penceremin camı tıklatılmıştı. Gelen Val'dı. Benden yalnızca bir yaş büyüktü, o da henüz çocuk sayılırdı. Pencereyi açmış, fısıldayarak "Ne işin var burada?" diye sormuştum.

O günlerde doğum günüme sayılı günler kalmıştı ve bu festivale ne kadar gitmek istediğimi biliyordu, muhtemelen bu yüzden "Sana erkenden hediyeni vermek istiyorum. Festivale gitmeni sağlayabilirim." demişti. "Yalnızca birkaç saat kalırız, gün doğmadan dönmüş oluruz. Merak etme, dikkatli sürerim. Ne diyorsun?"

Asla kabul etmemeliydim ama etmiştim ve bu, yirmi altı senelik ömrümdeki en büyük pişmanlığım olmuştu. O motorun arkasında esen rüzgarı saç diplerimde hissettiğim, konserde Valarian'ın omzunda bağıra bağıra söylenen şarkılara eşlik ettiğim gecenin sonunda kendimi hastane koridorunda, omuzumda ince bir örtüyle titreyerek ağlarken bulmuştum. Ona dair son anımın böyle olması ne acıydı.

Kumdan KaleWhere stories live. Discover now