xxvıı

16 3 7
                                    

Artık zamanı ölçmeyi bırakmıştım.

Ardımda ne kadar zaman bırakmıştım, onu hesaplamayı da bırakmıştım.

Beni üzen, kıran her şeyi bırakma kararı almıştım.

Şu an ise yanımda oturan Arel ile mutluluğumun tadını çıkarıyordum. Yeni yıla birkaç gün vardı ama gökyüzü hiç o havaya bürünmeye niyetli değil gibiydi. Aralığın sonunda olduğuma kimse inanmazdı.

"Ben biraz bunaldım." dedim ve Arel'in omzundan başımı kaldırdım.

"Benden mi? İnanamıyorum, bu kadar çabuk mu?"

Yüzünü yalandan buruştururken gülüp omzuna vurdum.

"Kanmıyorum artık."

"Tüh, nazımız da geçmeyecek yakında..."

"Senin yerin bende ayrı, naz yapmana gerek yok."

Şimdi yüzünde güller açmak deyimine canlı olarak şahit oluyordum işte. Bir insanın gülüşünü sevmek mümkün müydü onu da bilmiyordum ama ben gülüşünü ayrı kendisini ayrı seviyordum. Bunca zaman onu nasıl fark edemediğimi anlamıyordum.

"Buna sevindim işte."

"Biraz yüzümü yıkayacağım, sıcak bastı."

"Tamam, ben burada bekliyorum Açelya'm."

Açelya ama Arel'in Açelya'sı.

Açelya ama sadece birinin güzel gülüşlerinde açan.

Başımı sallayıp onayladım ve okula girdim. Girişteki lavaboya girince gördüğüm kalabalık anında çıkmama neden oldu, bir üst kata çıkmam gerekti ve burayı boş bulmak iyi geldi. Soğuk suyu yüzüme ve boynuma çarparken kapı sonuna kadar açıldı.

Tuğçe. Ayaklı bela.

"Bak sen," diyen tiz sesini duymamla cebimden çıkardığım mendile ellerimi sildim ve çöp kovasına fırlattım. "Karşılaşmamız ne tuhaf!" Bir süre düşünür gibi yaptı. "Gerçi burası senin favori mekanın değil miydi, pek de tuhaf değil sanki."

"Sen dersini almamışsın anlaşılan," derken bu sefer de benim sesimde vardı aynı alay. "Benden uzak durman gerektiğini anlamayacak kadar çalışmıyor mu beyin diye kafanda duran ağırlık?"

"Aman aman, küçük Açelya büyümüş Tuğçe'ye baş kaldırır olmuş." Sinsi sırıtışı yüzüne yerleşince korkmadan edemedim, kolay atlatılmıyordu. "Korkma," dedi nitekim o da, bunu sadece cümlesinin devamı olarak söylediğini umdum. "Bu sefer sana bulaşmayacağım teknik olarak, bir bilgi vereceğim sadece."

"Bilgi mi?"

Tuhaf olan buydu işte. Tuğçe bana ne söylemek istiyor olabilirdi ki?

"Bakıyorum, on birlerden Arel ile pek yakınsınız. Sanırım arkadaştan öte bir durum var aranızda."

"Bundan sana ne?"

Bunları söylediğime inanamıyordum bile. Ben söylüyordum değil mi? Eskiden olsa en ufak hareketinde moralimi bozar, baştan kalkansız girişirdim faydasız savaşıma. Şimdi ise kendimi gerçekten güçlü ve dik hissediyordum. O kimdi ki?

"Bana olan kısmı şu, onun hakkında senin bilmediğin bir şey biliyorum. Ve bilmek isteyeceğine eminim."

"Bu imkansız." derken ciddiydim. O ve Arel birbirinden bağımsız iki ayrı parçaydı ve onun hakkında beni bilmediğim, bana karşı kullanacağı hiçbir şey olamazdı.

"Ama mümkün, şekerim." Buna inanmadığımı görmek içindeki bana karşı olan kini harlandırmış gibi dudakları daha da yukarı çıktı.

"Seni dinlemeyeceğim."

Ona güvenmek başlı başına saçmalıktı. Yanından geçip gidecekken söyledikleri beni durdurmuştu.

"Arel ve Necla Hoca desem?"

O gün geldi aklıma.

"Arel, Necla Hoca seni çağırıyor."

"Neden?"

"Bilmiyorum, bir şey söylemedi."

Ve mesajlarda beni geçiştirmesi.

"Necla Hoca neden çağırmış seni, onu söyle önce. Orada mısın?"

"Evet, annem çöp at dedi."

"Bu saatte mi?"

"Evet, çöp ev olalım mı istiyorsun anlamadım ben."

"Hayır da, off neyse, neden çağırdı Necla Hoca?"

"Hâlâ orada mısın yaa önemli bir şey değil."

Sonuna koyduğu gülücüğe ve veremediği cevaba şüphelensem de üstünde durmamıştım. Ve onu affetmemi söylemişti.

Sadece dinlemek bir sorun olmazdı sanırım.

"Söyle." dedim kollarımı göğsümde birleştirirken.

İstediğini almışçasına keyiflendi ve o cümleleri acımadan söyledi.

"Arel, Necla Hoca istedi diye seninle birlikte. Senin bu yalnızlığın daha fazla seni ezmesin diye."

Mideme yumruk yemiş gibi nefesim kesildi, bir acı hissettim. Bir zamanlar kelebeklerin uçuştuğu o yer şimdi sanki alev almış yanıyordu. Konuşmadan önce birkaç kez boğazımı temizlemek zorunda kaldım.

Bu doğru olabilir miydi?

"Sen ne dediğinin farkında mısın?"

"İnanmak zor tabii. Kaç aydır bi' hukukunuz oluştu." Sıradaki cümlelerini söylerken alaydan çok aldığı intikamın mutluluğu okunuyordu yüzünde. "Korktun, değil mi? Gerçeklerin yüzüne çarpılması korkuttu seni."

Bu cümleler... Ona karşı çıktığım o gün söylemiştim sanırım. Şimdi bana benim silahımı doğrultuyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum.

Doğruluğunu sonra tartardım ama ona istediğini vermeyecektim, hayır, bu olamazdı.

"Sana inanmıyorum." Kendimi iyice toparlamıştım. "Değişeceğine ve bu saçma kötü tavırları bırakacağına ufak da olsa inanmıştım bir ara, boşunaymış. Ama ümit beslememiştim, üzülmedim."

"Çok da umurumda."

Gözlerini devirip tuvaletten çıktı ve beni orada yalnız bıraktı.

Doğru muydu?

Arel'in sevgisine inanıyordum, yani öyle düşünüyordum. Beni seviyordu, her şeye ve herkese rağmen beni seviyordu. Öyle olmasa neden bunca zaman benim için uğraşırdı?

Necla Hoca... Benim iyiliğimi isterdi her zaman, mutlu olmamı isterdi. Bundan da emindim. Ama bunun için bir başkasıyla böyle bir anlaşma yapabilir miydi?

Hayır, bunu düşünmek bile saçmalıktı.

Ama içime o kurt düşmüştü.

Yeniden Arel'in yanına gittim ve bir şey söylemeden oturdum, içimde tuhaf bir his vardı. Bunu fark etmiş gibi sorusunu sordu.

"İyi misin, bir sorun mu var?"

"Hayır." dedim. Aslında bir sorun yoktu, ikisine de inanıyordum. Tuğçe'ye inanmayı geçmiştim. Fakat o şüphe kırıntısı... "Tuğçe'yle karşılaştım."

"Şu kız..." derken ses tonu bıkkınlığını ortaya koyuyordu. "Canını sıkmıyor artık değil mi diye soracağım ama gitmeden önceki halinle bariz fark var. Bir şey mi dedi, üzdü mü seni?"

"Hayır, o konuda artık bir şey yapamaz. O ve onun gibilere üzülmeyi seninle bıraktım."

Gülümsememle rahatlamıştı, o da gülümsedi.

"Buna sevindim işte."

Kolunu bank boyunca uzatıp beni sardığında bu konuyu düşünmemeye karar verdim.

-

Y.N./ yaşamalarını istediğiniz bir an varsa paylaşabilirsiniz çünkü finale az kaldı

acıyor canı saat 23.32'deWhere stories live. Discover now