1.3

25 7 44
                                    

V

Yorganlar serin ve kabarıktı. Kendimi olduğu gibi üstlerine atmış, yüz üstü uzanıyordum ta ki nefes alamayan dek, ardından başımı yan çevirdim ve yatmaya devam ettim. Kaslarımdaki batma hafifler gibi, gözlerimi kapatmam ağrılarını hafifletmişti.

Eskiden, henüz ailemle birlikteyken ağrılardan şikâyet ettiğim zamanlar vardı. Omuzlarıma binen batmalar dayanılmazdı, gözlerime oturan yorgunluk geçmek bilmiyordu. Yapmam gerekenler ve yapmak istediklerimin önünde büyük engellerdi.

Gereksiz eylemlerle kendimi fazla yorduğum ve dinlenmediğim söylendi. Bir günde bu kadar fazla kitap okumamalı, okul gibi önemli işlerimi hallettikten sonra gözlerimi kullanmaktan ve masaya doğru eğilmekten kaçınmalıymışım. Kitap yazmak ise başlı başına bir öğrenci için gereksiz bir vakit kaybıymış. Yatmadan önce birkaç sayfa okumak bana yetermiş.

Böylece kas ve gözlerim de kurtulmuş oldu!

Hiçbiri işe yaramıyordu. Hem günlerim anlamsızlaşıyor hem de ağrılar gitmiyordu. Doktorlar ise hiçbir sorun olmadığını söyleyerek bir psikologa görünmem gerektiğini vurgulamışlardı. Aman ne harika.

Ağrılar asla geçmedi, bedenimi ve duvarlara vursam anca geçecekmiş gibi hissettiren baş zonklamaları, gözlerimi yuvalarından çıkarsam rahatlayacağım hissini kucaklamayı öğrendim. Şimdilerde ağrı hissetmediğim zamanlar tuhaf ve eksik hissediyorum. Sanırım hala kendi bedenimde olduğumu bana hatırlatan tek şey onlar.

Sonunda uykuya daldığımda kendimi yorucu rüyalar içerisinde buluyorum. Uyandığımda normalden daha halsiz hissedeceğim.

VI

"Ayrıca yarın sabah on civarı uyandırma servisi ve peşinden hafif bir kahvaltı da rica ediyorum." Rüyaların içinde savrulduğum birkaç saatin ardından yemek yemem gerektiğini hatırlatan midemdeki keskin sancının da eşliğinde pekâlâ dayak yemiş gibi hissediyordum. Beynim dinlenmek yerine daha da yorulmuş, gün yeterli değilmişçesine rüyalar âleminde de yaşatmadığı heyecan, düşürmediği tepe ve kovalatmadığı yaratık kalmamıştı. Bazı seferler not almaya değerlerdi. Bazense tamamen saçmalıktan ibaretlerdi. "Unutmadan, yumurta koyarsanız eğer omlet olmasın."

Neden bilmiyorum ama omlete karşı çocukluğumdan gelen bir tiksintiye sahiptim. Kokusu bile beni rahatsız ediyordu. Yumurtayı kırdığımız andan itibaren omlet olması için geçirdiği değişim beni mutfaktan kaçıracak kadar ağırdı. İçine farklı malzemeler koyarak bana yedirmeyi denediler. Tadının bir nebze katlanılabilir olduğunu söyleyebilirim ama kokusu hiç değişmedi. Her zaman her yere sinen, rahatsız edici bir kokusu vardı.

Anımsaması bile tüm odayı onunla dolduruyordu adeta. Ben de akşam yemeğimi beklerken kendimi suyun altına attım. Kulaklarıma doluşunu ve sesleri benim için boğuşunu hissetmek hoşuma gidiyordu. Hemen altında, kendi boğazımdan yükselen ses dahi uzaklardan geliyor gibi duyuluyor, kulaklarımdan akıp gidişi ferahlatıyordu.

Su altında olmayı seviyordum. Sesler hakkında düşünmeyi de. Fakat altından çekildiğim an ıslak bedenimle havanın çıplaklığına temas etmekten nefret ediyordum. Damlaların ağırlığını üzerimde hissediyor, ıslaklık o kadar ağır geliyordu ki derimi soyup atmak istiyordum. Kurulanmak için tenime değdirdiğim her parçadan tiksiniyordum.

Sebzeleri yıkamayı sevmezdim, ellerim ıslanınca rahatsız oluyordum. Meyveleri yıkamak yerine üzerime silsem yeterli olur mu diye düşünür, sonra içime sinmediğinden ya yemekten vazgeçer ya da parmak uçlarımdan daha fazla yer ıslatmamaya çalışarak yıkardım.

Ellerimi yıkıyorum. Sadece bundan hoşlanmıyorum. Ya tamamen su altında kalacaktım ya da hiç ıslanmayacaktım. İkisi de mümkün değildi ne yazık ki.

Bazen keşke su samuru olsaydım diyorum. Ama o zaman da su üstüne çıktığımda ıslanan kürkümden rahatsızlık duyup duymayacağımı merak ediyorum.

Kesin duyardım.

VII

"Başka bir isteğiniz var mı?" dedi dün valizimi taşıyan kişi kahvaltımın olduğu arabayı içeri iterken. Yaka kartında Atlas yazıyordu. Dünyayı omuzlarında taşıyan. Tuhaf diye düşündüm. Omuzlarında hiç yük yokmuşçasına özgürce gülümsüyordu.

"Hayır, teşekkürler." Kapıyı tutmuş, başımı ona yaslamış halde dikiliyordum. Gözlerimin altı mümkünmüş gibi daha da berbat haldeydi. Bugünkü imza gününden önce beni fazlasıyla uğraştıracaklardı. Başımı dik tutacak halim henüz yoktu ama kahvaltı ve birkaç kez soğuk sudan sonra kendime gelirdim.

Yine de önümde durmuş, kapıdan çıkmadan önce kaşlarını çatmış bana bakan Atlas'ın yüzündeki ifade merakımı uyandıracak kadar ilgimi çekmişti. "Bir sorun mu var?" dedim gitmediğinde.

"Uykunuzu pek alamamışsınız gibi duruyor." Sözlerini tartarak konuşuyordu. Bir çalışan olarak benimle düşüncelerinin ne kadarını paylaşması yakışık kalır ölçer gibiydi. Elinin bir tanesi midesinin üstünde duruyordu.

"Uyku konusunda sıkıntı çekiyorum," dedim. "Yabancı yerlerde pek rahat edemem de." Yalan. Evim dediğim yerin herhangi bir binadan farkı yok. Ailemin yanı da, kardeşlerimin de. Hiçbir yerin benim için bir değeri yoktu. Nerede uyuduğumun da önemi kalmıyordu böylece.

"Eğer uyumak için tercih ettiğiniz bir şeyler varsa, çay gibi, ayarlayabilirim."

"Hiç denemedim."

"O halde, sizin için de uygunsa, bu akşam papatya çayı ile başlamak istersiniz belki?" Gülümsüyordu. Kocaman, gözlerinin kenarını kırıştıran ve içlerini dalgalandıran bir gülümsemesi vardı. Dalga. Evet, maviliklerinin kıpırdayışını görebiliyordum.

Neden bu kadar neşelisin? diye sordum kafamın içinden ve Değilim ki, sadece rol yapmakta çok iyiyim dedi ama verdiği cevap uymuyor gibiydi.

İnsanların çoğu işlerinden memnun değiller. Başkalarına hizmet içeren mesleklerde çalışanlar kendilerini önemsiz hissediyor çünkü yaptıkları işleri daha aşağılara layık görürlerken kendilerini daha yukarılarda bulmak istiyorlar. Fakat hayat herkese kapılar açmaz. Kimisini hiçbir girişi bulunmayan bir kulenin en tepesinde bekler, elleri kanayana kadar taşlara tutunsun ve tırmansınlar diye. Böyle anlarda elindekinin tadını çıkarmaya bakmak insanoğlunun unuttuğu, görmezden geldiği bir kuraldı.

Atlas'a baktığımda sadece mutlu bir adam görüyordum. Halinden keyif alıyor, anın tadını çıkarıyordu. Hedeflediği neler vardı, hayatının nasıl bir yönde gitmesini istiyordu bilmiyordum ama şu an buradaydı ve bunu keyifle yapıyordu.

Nasıl yapıyordu bilmiyordum doğrusu. Ben istediğim yerdeyim ama bir şeyler eksik. Buraya gelirken defalarca reddedildim ama bunlar benim için önemsiz ayrıntılardı. Basılmak için yazmıyordum. Yine de istiyordum. Sonra oldu. Ansızın, ummadığım bir anda.

Fakat her şey iyi hissettirmiyordu ve içimde bir hiç vardı.

Anlamıyordum.

Bilinçaltımız her şeyi depolar ve en ihtiyaç duyduğunuz anda size cevap verir derler. Belki yazarken, bir gün, anlarım diye bekliyordum.

"Denemekten zarar gelmez," dedim ben de şu ana odaklanıp.

"Güzel bir gün geçirmeniz dileğiyle." Eğildi ve gitti.

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
hiçin umuduyla her şeyin umutsuzluğuWhere stories live. Discover now