1.11

14 4 13
                                    

XX

Bir keresinde öğretmenler günü için herkes hediye almaktan bahsediyordu. Birbirlerine fısıldıyorlardı, duyuyordum. Beni aralarına dâhil etmemiş olmalarına sinirlenmiştim. Oysa gelip sorsalar-- reddederdim. Neden mesleğini yaptığı için birisine hediyeler verecektim ki? Böyle söyleyince komik oldu değil mi?

İnsanları sevdiğimiz için hediyeler verdiğimizi bilmiyordum. Hala daha, bu kavramı duygusal olarak kavrayabilmiş değilim ama o zamanlar, çocuktum ve öğretmenim için herhangi bir sevgi beslediğim yoktu. Her gün suratını görmek zorunda olduğum herhangi bir yetişkindi o benim için.

Dışlanmış olmak yine de sinirime dokunduğundan hediye almaya karar vermiştim. Tek başıma, onlarla değil. Harçlıklarını her zaman biriktiren bir çocuktum ben. Fazla yemek de yemezdim, suyla günümü geçirmeyi tercih ederdim. Çiğnemeyi hiçbir zaman sevmemişimdir zaten.

Bir okul çıkışı geri dönmedim, bekleyenim de yoktu. Dükkânlarda gezinerek alabileceğim en mantıklı hediyeyi seçtim. Bir dolma kalem. Paramın ona denk düşüp düşmediğinden bihaber, kasadaki abinin önüne tüm bozuk ve buruşuk kâğıtları yığmış gözünün içine bakıyordum.

"Bununla yetmez gibi ama sayalım bakalım." Derin bir nefes alıp dudaklarını kıpırdatarak saymaya başladı. Nefesinden ses çıktıkça miktarı ben de duyuyordum. Arada bakışlarını bana kaldırıyor, kaşlarının çatılmasından yetmeyeceğini anlıyordum.

Gözlerim dolmuştu. "Dur bakalım, neden ağlıyorsun şimdi?"

"Annem öğretmen," dedim boğazıma yerleştirdiğim yumruyu yutarak. "Ona hediye almak istiyordum çünkü tüm sınıf anneme toplaşarak hediye alacak ve onları benden daha çok sevmesini istemiyorum."

"Baban falan yok mu? Onunla gelin alın?"

"Yok. Sadece ikimiz varız." Adam bir süre sessizce oturdu, bir bana bir de dolma kaleme bakıyordu. Şimdi düşününce çok da aman aman bir hediye değildi. Adam için onu bana bedava vermek hiç sorun teşkil etmiyordu çünkü zaten çocuk aklımla bulduğum kırtasiyenin uyduruk olup olmadığını nasıl anlayacaktım ki? Hepsi gözüme büyük ve önemli geliyordu.

Sonraki gün hediyeyi verdiğimde hepsinin ailelerinin paralarıyla aldıkları kocaman kutunun yanında benim minik, uyduruk dolma kalemim gülünç duruyordu.

Üstelik bir önceki gün eve geç dönüşümün cezası hala bacaklarımı sızlatıyordu. Saatlerce tek ayak üzerinde durmanın karşılığı bir avuç alay olmuştu.

Bir daha kimseye hediye almadım.

XXI

Otel odasına girdiğimde bile hediyeyi verip vermemek konusunda kendimle şiddetli bir münakaşa halindeydim. Ne kadar aptalcaydı, değil mi? Çocukken birileri size güler ve tebrikler, yeni bir özgüvensizliğiniz var, hem de inattan doğan.

Atlas'a hiçbir şey vermek zorunda değildim, kitap ayracıydı bunlar ve kendim de pekâlâ kullanabilirdim ama her baktığımda bunu Atlas'a aldın diyen o sessiz göğüs gümlemesi kulaklarıma kadar yayılarak başımı döndürüyordu.

Ayraçlar bavulun üstünde, ben yatağın. Kafamın içini susturmaya çalışarak yastıkta nefessiz kalıyordum. Saat kaçtı bilmiyordum, çalışmam gerekirdi, böyle boşa vakit öldürmem değil. Karnım acı çekmeye başlamıştı. Demek saat o kadar geçti.

Fakat saatlerdir hareketsiz yatmamdan kaslarım uyuşmuş, kıpırdamayı reddederken Atlas'ın çay servisine ne kadar var diye merak ediyordum. Belki o hayatımı kurtarırdı. Belki kapıyı dahi açamazdım.

hiçin umuduyla her şeyin umutsuzluğuWhere stories live. Discover now