1.9

12 5 13
                                    

XVI

Deniz kenarlarını severdim. Kumları değil ama betonun üzerinde yürürken, martılar etrafta süzülürken dalgaların taşlara çarpışı eşliğinde ilerlemek aklımı alıp beraberinde götürüyordu. Suyun içine karışıyor, uzaklara ve uzaklara ve gökyüzünün eriyip aktığı noktaya taşıyordu.

Yüksekleri de severdim. En uzun binanın tepesinde durmayı, kenarlarında oturmayı ve yukarı bakmayı... Gökyüzünün enginliğine kapılıp gittiğimi hayal eder, bir kuşun kuyruğuna takılırdım.

Şehirleri sevmezdim. Sokak aralarına kayıp gider, kıyı ve köşe hikâyelerini izlerdim. Kaybolmayı severdim. Otel koridorlarında ise kaybolmak keyifli değildi. Her dönemeç birbirinin aynısıydı. Değişen tablolar bir süre sonra benzer hissettiriyor, attığım adımlar aynı halının üstünde yutuluyordu.

Odama gitmeye çalışmıyordum ama dışarı da çıkmak istemiyordum. İçten içe Atlas'ı aradığımı bilir halde, görsem ne söyleyeceğimi düşünerek yürüyordum. Sahi, karşısında hikâyelerim yok olup giderken ne söyleyebilirdim ki? Konuşmamız ilerlemiyor, benim iletişimsizliğim onun uzaklaşmasına sebep oluyordu. Lütfen, diyebilirdim pekâlâ, benimle konuşmaya devam et. Kafamdakiler için ne de açıklayıcı bir istek olurdu.

Fakat her dönemeçte karşılaştığım salonlar zihnimi sinsice istila ediyorlardı. Öyle çok etkinlik afişleri ve memnuniyet üzerine kurulu hizmet odaları vardı ki daha önce hiçbirinden yararlanmadığımı düşünmek bana bile tuhaf gelmedi değil. Onca sene otelden otele gezerken nasıl oldu da hiç masaj yaptırmak isteyen bir karakter yanıma denk gelmedi acaba?

Şimdi dolanırken Atlas'ı aradığımı unutmuştum. İçimdeki tırmanışın tırnak geçirişlerini hissederek ilerliyordum artık. Birisi oluşmak için çabalıyordu.

Deli dolu birisi. Koridorlarda gezine, bir o kılıkta bir bu kılıkta dolanan birisi. Kimsenin yabancı olduğunu hissetmesine izin vermeden aralarına sızabilen, duvarların ardında, unutulmuş eski bir plandan kalma gizli koridorlarda yaşayan birisi. Evi bu otel, hikâyesi insanlardan topladıkları.

"Kayıp mı oldunuz?" dedi Atlas, ellerini yumruk yapmış halde, nereye koyacağından emin değilmişçesine iki yanından sarkıtırken. Merakla kaşlarını kaldırmış, başını yana eğmiş halde bana bakmakta olduğunu fark edince duvar kâğıdının önünde durmuş, boşluğu incelemekte oluşumun ne kadar tuhaf durduğunu onun gözlerinden gördüm.

"Hayır," dedim geri çekilip onunla yüz yüze gelirken. "Dolanıyordum, düşünerek. Kafamda karakterler oluşuyor da."

Duvara döndü bakışları. "Ah, tabii. Duvar ilham verici olmalı." Sesinde bir alay mı sezmiştim?

"Benimle alay mı ediyorsun?" Gülmem gerekirdi. Gerçekten, bunu düz bir tonda söylemekle hata ettim. Oysa cümlesi beni eğlendirmişti. Belli etmeliydim.

"Ne? Hayır, asla. Gücendirdiysem özür dilerim, sadece duvarın deseninden- Buna karşılık ne diyeceğimi bilmiyorum."

Atlas'ın mahcup olmuş tavrı ve kendi cümlelerinin içinden çıkamayışına bir süre donuk bakışlarımla karşılık verdim ama bilmenizi isterim, o esnada kafamın içerisinde hala daha az önceki tonlamamı ve vermem gereken asıl tepkiyi düşünmekle ve kendimi azarlamakla meşguldüm. Bu yüzden de far görmüş tavşan paniklemesine gereken tepkiyi geç verdim. Ama sonunda güldüm. Gerçek, samimi bir gülüş.

"Sorun değil," dedim duvara bir bakış atarak. "Hatta öncesi için de sorun değil diyorum. Neden geri çekildiğini anlamlandıramadım doğrusu. Yanlış hiçbir şey söylemedin."

"Yine de sınırımı aştım. Bunu fazlasıyla yapıyorum, oteldekilerle sohbet edip arkadaşlarımmış gibi yorumlarda bulunuyorum. Patronum fazla samimi olduğumu düşünüyor da, biraz azaltmaya çalışıyorum."

"Bence yakınlık göstermen gayet hoş. En azından benim için. Gerçi, bugün salonda sohbet ettiğin tüm müşteriler senden gayet memnunmuş gibi duruyordu. Benden kaçtıktan sonrasını diyorum." Eli yine midesinin üstünde duruyordu.

Omuzları rahatlama ile çöktü. "Öyleyse," dedi birkaç adım yaklaşarak. "Bu akşam çayınızla birlikte kapınızda olacağım, tekrardan. Umarım bu seferki işe yarar."

"Umarım." Sessizlik koridoru kaplamışken ben onu izliyordum, o ise yere, duvara, ellerine, arkasına, benim arkama ve belki arada denk gelirse gözlerime bakıyordu. "Şehirde görmemi tavsiye ettiğin yerler var mı?" dedim bir süre sonra. Gerçekten de ondan bir öneri almak istiyordum, nereleri sevdiğini bilmek ve oraları görmek istiyordum.

"Bununla ilgilenen bir görevlimiz var aslında, bir liste vermiş olmaları lazımdı ama?.." Oteldeki görevlerden birinin aksadığı düşüncesi ile telaşa kapılırken "Attım onu," diyerek cümlesini yarıda kestim.

"Neyi attın? Yani, neyi attınız?" Kendi kendine yüzünü buruşturdu, kendini azarlardı ama yüzüme baktığı an tekrar gülümsedi. Hala daha gülümsediğimi o an fark ettim.

"Görevlinin verdiği listeyi."

"Neden?"

"İlgilenmiyordum da ondan. Kendim keşfetmeyi severim. Biraz fazla mı telaş yapıyorsun görevler hakkında?"

"Bu hafta normalden fazla azar işittim de, biraz göze batmamaya çalışıyorum. Neden benden tavsiye istedin o halde?"

"Senin kişisel favorilerini bilmek istedim çünkü. Tam olarak göze batacak ne yapmış olabilirsin?"

"Çalışma saatinde olduğumu unutup müşterilerden biriyle sohbete daldım. O zaman birkaç yer önerebilirim sanırım."

"İlginç bir sohbet olmalı ve teşekkürler."

"Kesinlikle ilginçti ve rica ederim. O kadar çok yeri görmüş ki, kendisine resmen bir koleksiyonluk anı biriktirmiş. Öyle maceralar anlatıyor ki en basiti bile insanın hoşuna gidiyor."

"Böyle bir hayat yaşamak istiyormuşsun gibi geliyor kulağa."

"Evet, hedefim bu."

"Umarım oraya ulaşırsın."

"Teşekkür ederim. Telefonunda haritanı açabilirsen eğer sana birkaç konum işaretleyebilirim." Telefonumu ona uzattım, başını eğmiş halde bir şeylere tıklarken yüzüne düşen saçları izliyordum. Dokunsam nasıl hissettirirlerdi acaba? Benimkiler gibi kuru ve kırık kırık mı? Yoksa yumuşak mı?

Birinin yanaştığını gördüğümü biliyorum. Gözlerimin ucuyla, Atlas'ın saçlarından kalan alanda bir beden bize yaklaştı, bunu bilmemde bir sorun yok fakat bilincim tepki vermiyordu. O an için yalnızca saçları incelemekle meşguldüm ve hiçbir şeyin bu anı bozmasına müsaade etme arzum yoktu.

"Atlas," dedi bulanık şekil ve genç adam yerinden zıplayarak arkasını döndüğünde gözlerim tekrar bana dönebildiler. Birkaç kez kırpıştırarak başımı sallarken seslere odaklanmaya, kendimi ana geri getirmeye çalıştım. Bazen o kadar zor oluyordu ki. Adam yaşlıca biriydi. Otel çalışanı olduğunu belli eden üniformasının altında dimdik duruyor, yüzündeki kırışıklıklar ben bir sürü hikâye biliyorum diye bağırıyordu. Dudaklarında hafif bir gülümseme vardı, sanki bu ifadeyle yatıp kalkıyormuş gibi o kadar doğal duruyordu ki iki günde bu kadar samimi duran insanla karşılaşmış olmak bünyeme fazla gelmişti.

"Korkut amca, tamam adın öyle de, lütfen korkutup durma beni böyle. Aklım çıkıyordu." Atlas büyük bir ciddiyetle cümlesini kurmuştu ama ben kendimi gülmekten alıkoyamamıştım. Gülmek dediğime bakmayın, kapalı dudaklarım üstündeki bacadan bir hava dalgası çıkmıştı yalnızca o kadar ama bu bakışların saniyeliğine de olsa üzerime değmesine yetmişti.

"Ön tarafta birçok bavul var, seni bekliyorlar. Ve lütfen, ismimle şaka yapma."

"Ne zaman yapmışım öyle bir şey Korkut Bey? Ayıp ediyorsunuz, asla." Korkut, söylenenin ne kadar gerçeklikten uzak olduğunu göstermek istercesine derin bir iç çektikten sonra aramızdan geçerek uzaklaştı. Atlas peşine takılmış, ortalarda bir yerlerde bana doğru dönüp geriye adımlayarak "Buraya on dakika yürüme mesafesinde büyükçe bir galeri var, haritada işaretledim. Bu haftaya özel yeni bir fotoğraf sergisi düzenliyor. Belki ilgini çeker. Sahil yolunu takip etsen de olur, gördüğünde anlarsın."

hiçin umuduyla her şeyin umutsuzluğuحيث تعيش القصص. اكتشف الآن