1.7

20 6 29
                                    

XIV

Tavan desenleri hareket ediyordu. Bakışlarım komodinin üstündeki boş tepsiye gidip duruyordu. Papatya çayı ve cevizlerin üstünü çizmesini Atlas'a haber vermeliydim anlaşılan. Yine de itiraf etmeliyim, üzerime sakinlik çökerttikleri doğru. Gelmeyen uykunun gitmeyen mahmurluğu. Çalışmamı engelliyordu.

Gecenin rengi açılırken yatakta dönüp duruyor, telefonumu kaydırarak vakit geçiriyordum. Son kitap hakkında yapılan yorumlar, imzadan fotoğraflar ve etrafta dolanan alıntılar...

Bugün kahvaltımı otelin salonunda yapmak istediğime karar vererek geniş ceplerime not defterimle kalemimi tıkıştırdım. Bir fikrin ne zaman geleceği belli olmazdı.

Odadan çıktığım esnada karşıdaki yaşlı kadın ile göz göze geldim. Bir an için duraksayarak beni süzdü, gördüğünü beğenmemiş olacak ki burnunu kırıştırarak koridorda uzaklaştı.

Kulaklarında sarkan fazlasıyla pahalı olduğu belli taştan küpeleri vardı. Üzerinde yüksek ihtimal marka olduğunu tahmin ettiğim tek renk etekli bir takım, boynunda inci kolyeler asılıydı. Yüz ifadesi derin çukurlarla kaplı bir acımasızlık şeklinde yontulmuştu. Huysuz dedim. Mantık evliliği yapmış bir ailenin tek kızı, ailesinin mirasını ayakta tutmuş ve kendisi de mantıklı bir evlilik yapmış. Kocası birkaç sene önce ölünce hayli zengin olmuş olmalı. Çocuğu yok. Belki olsa ilgisizlikten ölürdü de. Ne kadar zengin olduğunu belli etmek için evde değil otelde kalıyor.

Fantastik bir dünyamız olsaydı kötü kalpli cadı da olduğunu düşünebilirdim.

Salonda hafif ama enerjik bir uğultu vardı. Çatal bıçak sesleri, yuvarlanan servis arabalarının tekerlekleri, oldukça sessiz günaydın efendim, kahvaltıda ne arzu ederdiniz cümleleri. Uykusunu alamamış tek yorgun kişi gibi duruyordum, masalardan birine oturdum.

"Papatya çayının işe yaramadığını farz ediyorum?" Atlas tabağımı önüme yavaşça dizdi. Çatalları ve bıçakları ve kaşıkları ve peçeteleri tek tek, usulca alıyor, bir süre havada kontrol ediyormuş gibi yapıyor, belki de gerçekten kontrol ediyor, sonra gözleri üzerimde olduğundan sekteye uğramış bir yavaşlıkla masaya bırakıyordu.

"Üzerime bir uyuşukluk çökerttiğini itiraf etmeliyim ama hayır, uyuyamadım maalesef."

"Yine de cevizleri sonuna kadar yemişsindir umarım, o kadar solgun görünüyorsun ki biraz besine ihtiyacın olduğu su götürmez," dedi ve işte, tekrar cevap veremediğim o boşluğa geri itildim. Yüzümde gördüğü şey onu endişelendirmiş olacak ki "Özür dilerim," diyerek telaşa kapıldı birden. "Bu şekilde ifade etmemeliydim, kusura bakmayın." Daha hızlı davranarak her şeyi önüme bıraktı. "Afiyet olsun." Eğildi ve geri çekildi.

Şimdi salonda dolanışını, yaşlıca müşterilerin yanında uzunca dikilip, gülümseyip, sohbet edişini izlerken kendime kızıyordum. Neden beynim cevap üretemiyordu?

Konuşmak istediğim tek kişinin de gidişi ile usulca yemeğimi yiyerek salondakileri gözlemledim.

Yaşlı kadın karşımdaki masada oturuyordu. Yüzünde yer etmiş ifadesi hayatta kimseyi umursamıyorum, hepiniz ölebilirsiniz, hiçbirinizi sevmiyorum diye bağırıyor, etrafı inceleyen bakışları her kim geçerse geçsin yermek için baştan sona süzüp ardından memnuniyetsiz bir parıltı ile doluyordu.

Belki de çocuğu vardır, dedim. Huysuz bir babaanne olmalı diye düşündüm. Ailesindekiler onu sevmiyor olmalı diye düşündüm. Torunları onu görmek istemiyor olmalı diye düşündüm.

Sonra biri aramıza girdi ve kadının yüzü aydınlandı. Gözlerinin içi bu sefer mutluluk ile parladı ve dudaklarının hafiften de olsa o memnuniyetsiz kıvrımlarının titreşip birer memnuniyet gösterisine dönüşünü izledim. Atlas'ın eğilip kadını iki yanağından öpüşünü ve yanında eğilerek sohbet edişlerini izledim. Birisinin gözlerini parlatacak kadar samimi olan başka kim olabilirdi ki zaten...

Diğerlerine bakmaya zorladım kendimi ama en nihayetinde Atlas'a geri kayıyordu. Ona da samimice mi gülümsüyordu? Muhakkak.

Önümden kaykayı ile hızla geçen bir çocuğa takıldı bakışlarım. Ayağıyla ittirdi, ittirdi, ittirdi. Bir anlam ifade edemeyecek kadar kısa süreliğine iki ayağını da kaykaya koyarak ilerledi ve sonra tekrar kendisini ittirmesi gerekti.

Kendisini dünyanın en hızlı yarış pilotu olarak mı hayal ediyordu acaba? Ben öyle yapardım. Arkasından gelen bir kadın gördüm, kaşları çatılı, sesini fazla çıkarmak istemezmiş gibi boğazını sıkarak azarlıyordu çocuğu. Belki de onundu kaykay. Kendisine sormadığımız müddetçe kim aksini iddia edebilirdi ki?

Bu salonda kaç hikâye vardı? Gerçekten ne olduğunu bilemeyeceğim yüzlerce hayat. Köşedeki adam mesela, kumaş pantolonunun oturmaktan sebep yukarı çekilen paçasının altındaki renkli çorabının nasıl bir arka planı olabilirdi? Karısı beyaz çorabını yanlışlıkla renklilerle atmış ya da aslında birkaç sokak ötede bir gösteride palyaçoluk yapacak ama bunu gizli tutmayı tercih ediyor ya da iş yerinde herkes yemek molasına çıktıklarında birbirlerinin çoraplarının rengini tahmin ettikleri bir iddia oynuyorlar. Tabii, ne demezsin Menes.

Ama neden olmasın ki?

Seneler içerisinde bana gelen mektup ve sanal mesajları okurken, oturduğum mekânlarda insanların sohbetlerine kulak kabartırken olmayacak şeyler duymuştum. Tamam, belki bazılarında duyduğum parçaları kendim doldurmuş olabilirim, yine de gerçekten duyduğum ilginç hikâyeler de vardı.

"Kadın telefonda kendi çocuğunu görmeye hakkı olduğunu söyleyip duruyor. Yazık. Ne oldu acaba?" demişti annem, birlikte kahve içmeye çıktığımız nadir zamanlardan birisinde.

"Sorumsuzluk. Ailesini suiistimal edip çalıştığı şirketin patronu ile takılıyordu. Sonunda kocası öğrenince boşanma davası açtı."

Bana kaşları çatık baktı. "Nereden biliyorsun bunu?"

"Bilmiyorum, öyle olduğunu düşünüyorum."

"Yapma Menes, ne biçim konuşuyorsun öyle? Aklına neden hiç iyi şeyler gelmiyor merak ediyorum. Hemen kötü kötü senaryolar. Hem başkasının hayatı hakkında böyle konuşmamalısın."

"Neden ki? Onları görmeyeceğim ne de olsa."

Derin bir iç çekti. Başını salladı ama bir şey demedi.

"Onlar bizim hakkımızda ne düşünüyordur acaba," diye sordu bir süre sonra.

"Babaannesini kahveye getirmiş somurtkan bir kız herhalde. Pek konuşmuyoruz."

"Babaanne mi? O kadar da yaşlı durmuyorum bir kere."

Omuzlarımı silktim. Masanın altından bacağıma vurdu. Gerçekten de o kadar yaşlı durmuyordu ama bazen onu annem gibi düşünmüyordum. Babaanne, belki teyze. Bana bakan bir kadın. Annem ötede bir yerlerde, dans ediyordu. Sonra tabii, kendi kendime onun annem olduğunu hatırlatıyordum çünkü bir şeyi ne kadar tekrar edersem o kadar gerçeğim haline geliyordu ve bu tehlikeliydi.

 Sonra tabii, kendi kendime onun annem olduğunu hatırlatıyordum çünkü bir şeyi ne kadar tekrar edersem o kadar gerçeğim haline geliyordu ve bu tehlikeliydi

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
hiçin umuduyla her şeyin umutsuzluğuOn viuen les histories. Descobreix ara