1.5

15 6 20
                                    

X

Bir okur olarak yıllar içinde seçici olmayı öğrendiğimden elime aldıklarım da beni içlerine alır, kapar götürür, dış dünyanın sahteliğini ve kurguların asıl gerçeklik olduğuna daha da inanmama sebep olurdu.

İnsanlar kitapları okurken en olmadık karakteri dahi anlayabiliyor. Empatileri yükseliyor ansızın, haklarını savunabiliyor, haksızdı ama kendisi aksine inandırılarak büyütülmüş bir zihne sahipti diyerek kabuğun arkasını görebiliyorlar. Bunu neden birbirlerine uygulayamıyorlar?

Bana baktıklarında ne gördüklerini biliyorum. Yalancının teki işte diyorlar. Ahlaktan nasibini almamış, diyorlar; duygusuz, insanları kandırmayı seviyor, psikopat mı acaba, diyorlar.

Duyuyorum.

Benim bir bahanem yok. En azından henüz bir tanesini keşfedemedim. Söyleyebileceğim tek şey, herkesi sahte ve samimiyetsiz bulduğum. Bir de ait olduğum hiçbir yerin olmadığı.

Ama bunlar hatırı sayılır bir sebep değil.

Bir keresinde kız kardeşimin annemle kavgasını dinledim. Ben hiçbir zaman dâhil olmamışımdır, kendime ait bir kavgam da yok. Yalnızca dinledim. Haksızlığa uğradığından yakınıyordu. Annemin onun üzerinde kötü bir etkisi olduğundan, anne olmayı bilmeden çocuk yapmaması gerektiğinden bahsediyor ve kendince öğütler veriyordu. Beni gösteriyordu. Ona bak, demişti parmağının ucunda usulca durmuş, kitabımdan başımı kaldırmış halde ikisini izlerken. Bak ona, hiçbir şey demiyor. Yalnızca duruyor, bir fikri yok ama aynı zamanda milyonlarca fikri var. Ne sevdiğini bile bilmiyor, sen söylüyorsun. Sağda solda olmayan hikâyeler uyduruyor, insanlar adını yalancıya çıkardı. Sen yetiştirdin onu, diyor.

Açıkçası bunu hiç düşünmemiştim. Annemin üzerimde ne gibi bir etkisi olduğunu yani. Beni bu hale o mu getirmişti? Kendi zihnimde büyüyen fikirlerde ne gibi bir etkisi olabilirdi ki? Belki, elbet biraz ama ne kadar derin, ne kadar uzun?

"Ben ne biliyorsam onu yaptım," dedi annem. "Neyin iyi olduğunu düşündüysem, ne gördüysem ve neyi bir daha görmek istemediysem. Elimden gelenin en iyisini yapmak için çabaladım, eksiklerim vardır elbet, olmaması mümkün değil. Her şeyi isteyemezsin, her şeyi bekleyemezsin. Elbet senin de eksiklerin olacak, isteyip de ulaşamadıkların da. Bunların suçlusu ben değilim."

O çatlamış sesi zihnimden gitmiyor. Düşünüyorum da, onun neler içinde kalmıştı? Nasıl bir hayali vardı geleceği için ve kendisini ne kadar uzakta bulmuştu? Gece yatağa gittiğinde, gözlerini kapattığı o sessizlikte bir sonraki günün görevlerine uyanmadan önce keşke şunu yapıyor olsaydım diyerekten neyin hayalini kurmuştu? Sorsaydım, söylemezdi.

Ben de annemi ünlü bir halk dansçısı olarak hayal ederdim. Neden bilmiyorum. Hiç müziklerini dinlediğine denk gelmedim, yalnızca zihnim bunun uygun bir hikâye olduğunu düşündü o kadar.

Aile kurmak için kariyerini bırakmış bir sanatçı. Belki o zaman daha az üzgün olduğuna inandırabilirdim kendimi. İşe yaradı mı, emin değilim ama zamanla silikleşti bu düşünce. Ben de yalanıma inanır oldum.

"En sevdiğin halk dansı hangisiydi?" dedim bir kere ansızın. Düşünmeden.

"Nereden çıktı bu şimdi?"

"Önceden dans ediyordun ya, o zamanlar hangisinden keyif alıyordun?"

"Annem önceden dans mı ediyordu?" dedi kız kardeşim. Kafaları karışmıştı. Babam çorbasını ağzına götürmüş, hüpletirken kaşları kalkık halde bir anneme bir bana bakıyordu.

Annemin bakışlarındaki şaşkınlığı gördüklerinde gözler benim üzerimde durdu tabii. Kendime bir hikâye uydurduğumu fark ettiler. Ben etmedim.

Bozmadılar beni, neden bilmiyorum. Genelde yalanlarımı düzeltirler, inanıp diğerlerine anlatmamın önüne geçerlerdi. Gerçi daha önce hiç ailem hakkında uydurduklarımı ailenin içine getirdiğim olmamıştı.

Bunu çok sonraları fark ettim. Neden bir şey demedikleriniyse hiç öğrenemedim.

XI

Otelde sürekli beni takip eden bir görevli var. Buraya ilk geldiğimde gördüğüm kadına çok benziyor ama o mu değil mi ayırt edecek denli yüzünü hatırlayamıyorum. Belki odur belki de değil.

Ne zaman beni görse bir köşeden çıkıveriyor. "Merhaba Bayan Bera, otelimizin canlı müzik gösterisi bu akşam yemek salonunda yapılacak. Katılmak isterseniz diye haber vermek istedim."

Spor salonlarından, hamam kısmından, yemekte çıkacak şefin memleketine ait yeni bir tatlıdan veya film gösteriminden bahsediyordu. Bir otelde neden bu kadar çok şey olduğunu anlamıyordum.

"Hayır, teşekkür ederim ama ritmik seslere katlanamayan bir kulağım var. Anında mide bulantısı yapıyor." Gözleri saniyelik büyüdü, başını salladı ve anladığını belirterek uzaklaştı. Bir daha, en azından ses içeren etkinlikler için beni rahatsız etmeyecekti.

Odamın içerisinde bir poşet vardı. İmza gününde getirilen hediyeler olduğunu bildiğimden yanından geçtim. Suyun altında durdum. Tüm gün zihnimde uçuşan seslerin boğulup gidişini dinledim.

Su altında seslerin nereden geldiğini ayırt edemediğimizi okumuştum. Daha yüksek frekansları duyup, küçükleri yuttuğumuzu da. Belki de bu yüzden huzurlu hissettiriyordur. Zihnimde fısıldayan sesleri akıp götürüyor, duymamı engelliyor diye.

Duşun ardından rahatsızlık hissinin gitmesini sağlayacak kadar kuruladığım bedenimle, sonuna kadar açtığım camın içeriyi doldurduğu soğuk havanın usulca esen serinliği altında yorganın içine girmiş, yatıyordum. Belki de uyumak üzereydim bile denebilir.

Soğuğu severdim. Belki de geçmişteki o, çocukluğumdan kalma yorucu deniz günlerinin sonunda bedenimdeki tüm kasları dinlendirmek için yanmış tenimle kumsala vuran dalgaların ve hafifçe esen rüzgârın yuttuğu seslerin boğukluğu altında şezlonga uzanırkenki huzuru hatırlatıyordu. Annemin arkadan gelen dolanan adım sesleri, babamın kısık sesle dinlediği son dakika haberleri. Dışarıda batan güneş altında konacak nokta arayan kuşların kesik cıvıltıları...

Artık böyle anılarım yoktu. Ben de karakterlerime vermeye çalışıyordum.

 Ben de karakterlerime vermeye çalışıyordum

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
hiçin umuduyla her şeyin umutsuzluğuWhere stories live. Discover now