1.12

17 4 14
                                    

XXII

Yaşamın kıskaçları var. Görünmez, devasa kıskaçları. Oldukça hızlı hareket ederler, nereden geldiğini göremezsiniz bile. O kadar sessizlerdir ki duymak imkânsızdır. Yalnızca atılmadan saliseler önce, sizi çepeçevre sarıp tutsak etmeden önceki o kısacık anda ürkütücü zaferlerinin sesini duymanıza izin verir.

Hareket halindeyken size dokunmazlar, hayır, asla. Fakat kendi isteğinizle yahut birisinin itmesiyle veya ayağınızın takılmasıyla kendinizi yerde, artık ilerlemezken bulduğunuzda size doğru gelmeye başlarlar. Düşünmek için kısacık bir duraklama yeter.

Hayata anlam veremiyorum. Bu cümle zihnimde uyandığı ilk andan beri kıskaçların arasındayım. Kıpırdamıyorum, artık bir varış noktası olmayan bu anlamsız yolda ilerlemiyorum. Her geçen sene kıskaçların sayısı artıyor. Zeminde oturmuş, etrafı sarmalanmış bir varlıktan ibaretim yalnızca. Beni görürseniz eğer, yürümeye devam edin. Bana bakmayın. Durmayın sakın, incelenecek bir sanat eseri değilim. Vaktinizi bana ayırmayı düşünmeyin bile. Sadece ilerleyin.

Hayat, düşünmeye başladığınızda size karşı acımasız olur.

Basit başladı. Gelip geçen insanları düşünmemle, artık hayatımda olmayan kişilerin yüzlerinin bana tuhaf hissettirmesi ile başladı. Bir zamanlar sürekli beraber olduğum kişiler artık gerçekçi hissettirmemeye başladığında durdum. Anılar bir rüyadan, bir hayalden farksız gelmemeye başladığında durdum. Tüm yaşanmışlıklar silik birer kurgu halinde yok oluyorsa bende kalan neydi?

Okullar değişir, gününü geçirdiğin kişiler değişir, sürekli farklı birileriyle farklı ortamlarda ilerlemeye devam ederiz. Varış noktamız hep evdir, aile dediğimiz insanlar. Onlar da değişir. Uzunca bir tatilden sonra sanki hiç yaşanmamış gibi hissettiren o tanıdık ev.

Her şeyi unutuyorsam tüm bunların anlamı ne?

Durdum ve bir daha yürümeyi beceremedim.

Artık hayatta yaptığım eylemlerimin bir manası yok çünkü yolda değilim. Sadece güneş batıyor ve doğuyor. Takvimler olmasa günlerin farkında dahi olmayacağım, haftalar geçecek ve ben hala öncesinde kalacağım. Bugün yapacağım şeylerin iki gün önce yaptıklarımdan ne farkı var? İkisi de aynı gün değil mi? Zamanda aynı noktaları tekrar ve tekrar yaşayarak ilerlediğimiz yanılgısına düşmüyor muyuz her birimiz?

XXIII

Kahvaltı yapmadan, olabildiğince erkenden otelden ayrılma niyetindeydim. Bugün de fuara gidecek ve saatler süren bir imza verecektim. Odamdan çıktığımda karşı komşumla göz göze geldik. Kadının bakışlarında beni yerime mıhlayan bir ağırlık vardı. Boyu benden kısa, hafif de kamburdu ama yine de bana üstten bakıyordu. Eziliyor gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.

"Çocuğu rahat bırak," dedi dudaklarını hiç açmamışçasına sımsıkı kapatarak. Bir an için neyden bahsettiğini anlamadım çünkü konuşmasını hiç mi hiç beklemiyordum hatta öyle sıkıydı ki dudakları ve üst ile alt çizgileri öyle birbiriyle uyum içinde birleşiyordu ki sanki daha önce hiç açılmamışlar ve onları ayırmak imkânsızmış gibi duruyordu. Biraz daha ona bakmaya devam ederken kulaklarımda koridorun sessizliği uğulduyor, kadının kelimelerini hepten benim hayal ettiğimi düşünmeye başlıyordum. "Seni hiç gözüm tutmadı. Başını yakacaksın çocuğun, işin neyse bu otelde hallet ve git." Sonra da asil bir edayla döndü, çenesini dikleştirdi ve ölçülü adımlarla uzaklaştı.

Ardından bakarken istemsizce dudaklarımı ıslattım. Yumuşak ve nemliydiler. Onun kuraklıkları ise zihnime kazınmıştı.

XXIV

hiçin umuduyla her şeyin umutsuzluğuWhere stories live. Discover now