17- "Mahfer demek"

447 42 16
                                    

∆∆∆

Evin kapısında durmuş, sadece izliyordum etrafımı. Öylece arkamda duruyor, tek kelime etmiyordu Ali'de. Peşimizdeki araba bir süre sonra ayrılmış, Ali rahatlamış ya da profesyonelce rahatlamış taklidi yapmış, beni de buraya getirmişlerdi.

Boş, geniş salon beş kapıya açılıyordu. Birinin tuvalet, banyo olduğunu, birinin mutfak olduğunu düşününce üç odamız vardı. Elini belime attığında hemen arkamdaki adama döndüm. Diğer elinde sigarayla bana dönmüş gülümsüyordu.

"Boş duruyor şimdi ama dolduracağız birlikte. Önemli şeyleri tek taşıyacağız, her şeyi seçeriz yavaş yavaş." Başımı aşağı yukarı salladım heyecanla.

"Bir süre sonra gideceğiz zaten, sahil kenarına demiştik. Böyle büyük bir eve ne gerek vardı?" diye sordum ama kısa süre için bile olsa o kadar sıcak hissettirmişti ki bu ev...

"Artık orası güvenli değil." dediğinde daha yeni yeni aklıma geliyordu yaşadığımız olay. Üstünden çok zaman geçmemişti oysa.

Tamamen önüme geçip elimi tuttuğunda kalbim ağzımda atıyordu. O ise oldukça ciddiydi. "Mahfer, her şeyin üstünü kapatmak zorunda değilsin. Yıllar süren evliliğini bitirdin, çocuğumuz öldü, çatışmanın ortasında kaldın..." Derin bir nefes verip şakağımdan öptüğünde sessizdim. "Yaşadığımız kötü vukuatları silme. Bırak birlikte üzülelim, ağlayalım, atlatalım. Bir de bir daha ne gerek vardı deme. Her şeyin en güzeline layıksın."

Doğru söylüyordu. Çoğu zaman hoşuma gitmeyen şeyleri kafamın içinde yok eder, yokmuş gibi davranırdım. Bunu dışarıdan duymak garip olsa da gülümsedim.

"Odaları dolaşalım mı?" diye sordum hemen önceki konuşmasını da görmezden gelerek gülümserken. İflah olmazsın bakışlarıyla karşılık almıştım. Yerler temiz diye ayakkabılarımı çıkarmadan içeriye, salona girdiğimde peşimden geliyordu.

Tabii ki burası da tek katlı bir evdi. İnsanlarla ciddi problemleri olan, hafif asosyal olan Ali'nin özellikle böyle ayarladığını anlamak zor değildi. Yine de kuytu köşede duran, dağda, ormanda değilde Roma'nın ara sokaklarından birindeydi. Bu bölgede müstakil evler hiç olmadığı için hemen altımızda vintage bir kafe de vardı. Duvarların eskimiş görüntüsünü çok iyi değerlendirmişlerdi.

"Birinin yatak odası olduğunu farz edelim, diğer yerleri ne yapacağız?" diye sorduğumda tatlıca alt dudağını bükmüştü. "Hiçbir fikrim yok."

"E ne gerek vardı işte!" diye söylendiğimde göz devirip yaslandı arkasındaki duvara. Bir sigara daha yaktı keyifle.

"Belki birini hobi odası olarak kullanırız? Ben arabalarımı dizerim, sen resimlerini çizersin." dediğinde bir odanın kapısını açıp içini inceliyordum. Yatak odası olduğu belliydi. Şimdiden yatağı pencerenin karşısına, kitaplığı hemen ileriye koymuştum bile kafamın içinde. Boydan pencerenin ardında küçük, iki karışlık balkonu bile vardı. "Tabii sana kalmış. Bana bir bilgisayar odası vermemiz şart ama. Odunluk yok artık, her şeyimi taşıyacağım mecbur. Kiler niyetine de kullanabiliriz bir yandan da, beni rahatsız etmez."

Başka bir oda daha küçüktü. Belki dediği hobi odası burası olabilirdi penceresi yere kadar uzanıyordu. Sokağa çıkıyordu ön cephe. Son kapıyı açtım. Pencere yoktu. Karanlık ve boğucu bir odaydı. Sanırım bilgisayar odası için idealdı.

"Bilgisayar odasında resim çizsem? Senin arabaların olduğu yeri kiler yaparız istersen."

Fark etmediğini anlatmak için omuz silkmesi yeterdi. Ben mutfağa giderken peşimden geliyordu. Eski, kahve mutfak dolaplarını incelerken arkamdan gelip sıkıca sarıldı. Başımın üstünü öptü. Dolapların altındaki mermer duvardan bize baktım. Omzunun belki bir tık üstüne geliyordum ama iri olduğu için daha da büyük duruyordu. Yüzü de yalnızca her yeri kaplayan yaralardan dolayı değil, hatlar olarakta yaşını büyük gösteriyordu. Dışarıdan biri görse büyük olanı doğru tahmin edemezdi.

Kod Adı: LEHEPWhere stories live. Discover now