4.6 | 🥀

21.4K 1.7K 278
                                    

Zil çalar çalmaz ayağımdaki topuklu ayakkabılarıma aldırış etmeden bir çırpıda iniverdim basamakları. Dün Kutay beni eve bıraktığı sırada kaçırdığı doğum günümü telafi etmek istediğini söylemişti. Bundan sebep bugün evinde benim için yemek hazırlayacaktı ve kendi aramızda küçük bir kutlama yapacaktık. Birkaç gün öncesine kadar doğum günümde ona açılmayı düşünüp üstüne bu planlarımın mahvolmasıyla kahrolmuşken, şu an sevgilim olan bu adamla plan yapıyordum. İçimdeki kelebekler dışıma taşmış durumdaydı. Artık duygularım konusunda çekinmem, onları saklamam gerekmiyordu. Kutay'ın da bana karşı aynı şekilde hissettiğini öğrenmek sanki yeni bir hayata başlamışım gibi hissettirmişti.

Gecesine kızlara haber uçurup ilişkimizin geldiği noktayı anlattığımda onlar da en az benim kadar mutlu olmuşlardı. Kutay'ı zaten sevdiklerinden ve bana verdiği değerin de farkında olmalarıyla yaşanan gelişme onları bir hayli sevindirmişti. Hayatımın başka bir noktaya evrildiğini biliyordum. Güveni, istikrarı ve aşkı hissetmek paha biçilemez bir duyguydu. Bunu uzun süredir arzulayan biri olarak iyisi ve kötüsüyle yaşadıklarıma pişman değildim.

Kapının önüne geldiğimde son kez üzerimdeki mini siyah elbisemi çekiştirip düzelttim. Bu, alışverişim sırasında bordo elbiseyle arasında kaldığım siyah elbiseydi ve ben o gün karar veremeyip ikisini de almıştım. Seçimimi yaparken iki kere doğum günü kutlayacağım aklıma bile gelmezdi. Ama evren benim tarafımda olmalıydı. Antrenin duvarındaki aynada kırmızı rujumu kontrol ettim. Saçlarıma ellerimle azıcık daha volüm verip karşımdaki güzelliğe gülümseyerek göz kırptım. "Aferin kızım, yapıyorsun bu işi." Zil bu defa daha ısrarlı bir şekilde çalınca gözlerimi kapayıp sakinleşmek adına nefeslendim. Hay senin olmayan sabrına be adam.

Kapıyı açıp, "Patlarsın iki dakika daha beklese-" diye söylendiğim esnada laflarım bir bir ağzıma tıkıldı. Kapının diğer tarafındaki kişinin cazibesinden dilim tutuluvermişti. Siyah takım elbise içindeki dağ adamım resmen göz kamaştırıyordu. Beyaz gömleğinin yaka kısmının birkaç düğmesi açıktı. Saçları belli ki taranmıştı ancak aralarında kendi dalgasını bozmak istemeyen tutamlar hala seçiliyordu. Tıraş olmuştu ve losyonu başımı döndüren yoğun parfümüyle burnuma doluyordu. Ellerinde bir buket kırmızı gül vardı. Başımı omzuma eğdiğimde üzerine atlamamak için kendimle savaş vermek durumunda kalmıştım. Fakat emindim ki bunu bir tek ben istemiyordum. Beni gördüğünde gülümseyen dudakları aralanmış, gözleri baştan ayağı her kıvrımımda oyalanmıştı. Bakışları tehlikeli bir yoksunluğun etkisindeymişçesine gittikçe kararıyordu. Onda yarattığım bu değişime şahit olmak bende büyük bir hazza sebebiyet verse de aklından neler geçtiğini bilememek tehlikeli bir oyundu. Şu an benimle ne yapmak istiyordu?

Bedenimdeki yolculuğu sonlandığında bakışları keskinleşip, kızgın bir ifadeye bürünmüş gibi kaşları kavislendi. "Bu elbise ne şimdi Hale?" Rahatsız bir tonda sormuştu.

Ellerimi kumaşın üzerinde gezdirip çenemi dikleştirerek konuştum. Sanki ilk tanıştığımız güne geri dönmüştük. "Nesi varmış?"

"Ben de onu diyorum. Hiçbir şeyi yok."

"Dağ ayısına bağlama yine."

"Dağ ayısına bağlamıyorum, dağ ayısıyım." Başını çevirip bahçemin ilerisinde kalan sokağı ve evleri kolaçan etti. "Gir içeri," dedi yüzünü bana dahi dönmeden.

"Neden gireyim ya gitmiyor muyuz?"

Tekrar bana çevrildi odağı. "Sen üstünü değiştirdiğinde gideceğiz." Üzerime gelerek koca cüssesiyle birlikte ikimizi de içeri iteledi.

"Yavaş be hayvan!"

Kapıyı ardımız sıra kapatıp elindeki buketi bana uzattı. "Çiçek aldım," dediğinde dağ ayısı tavrının birden bire çocuksu bir heyecana dönüşümünü hayretle izledim.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: May 10 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

Uzak'a Yakın | TextingWhere stories live. Discover now