19|İHANET

109 11 12
                                    

Yeni bölüm geldii

Satır aralarında sizi görmekten mutluluk duyarım, lütfen düşüncelerinizi yazın🙃

İyi okumalar

🇹🇷

Sonbahar gelince dökülen yapraklar mezarın üzerini kaplamıştı. Kaç bahar geçmişti onsuz, kaç bahar? Tam tamına iki bahar, iki bahar geçmişti. Oysa o mevsimlerden en çok baharı severdi, renklerden en çok beyazı, en çok çocukları severdi. O kendinden çalınan ne varsa severek tamamlayabileceğini düşünürdü. Şimdiyse mezarı unutulmuştu, kırk beş saniyeye bu sefer de o sığdırılmıştı.

Adam elini mezarı örten yapraklar arasında dolaştırdı. Mezarında ismi bile yazmıyordu ama o bu ağırlığın altında yatan kişiyi çok yakından tanıyordu. Çayı iki şekerli içtiğini, ağlamamak için tırnaklarını etine geçirdiğini, canı yanınca inadına o yaraya tuz bastığını, ağlamayı zayıflık olarak gördüğü için öldürseler gıkını dahi çıkarmayacağını, ellerinin hiç ısınmadığını, sağ elinin serçe parmağının diğer elindeki serçe parmağına göre kısa olduğunu, saçlarının her zaman lavanta koktuğunu bilecek kadar tanıyordu onu.

"Kara kız, bak ben geldim." dedi elini mezardan çekmeden. Güç toplamak için derin bir nefes aldı.  "Seninki bu gün evleniyor." Gözlerini kaçırdı, sanki Alparslan'ı şikayet ediyormuş gibiydi, suçluluk duygusunu iliklerine kadar hissetti. "Şimdi sana şikayet ediyor gibi oldum ama sen de onu anla be güzelim. Hayatına bir yerden devam etmesi gerekiyordu. Hem yabancıya da gitmedi korkma, Gizem'le evleniyor." dedikten sonra zoraki bir kahkaha attı. Birden yüzünü iğrenir gibi bir ifade kaplarken "İğrenç, şerefsiz puşt." Onun derdi Alparslan'ın evlenmesi değildi, Gizem'le evlenmesiydi. Gizem, Gökşin'in tek dostuydu. Yoklukta mıydı ki onunla evleniyordu?

"Suat Usta artık gerçeği biliyor , ahbabının kızı sensin. Ben de tesadüf eseri öğrendim. Sen büsbütün köksüz değilmişsin be kızım, Aslan amca seni en yakınına emanet etmiş. Görsen adam nasıl kahroldu, o gün siz onun lokantasında yemek yerken çaldığın saz babanınmış." dedikten sonra gözlerini gök yüzüne çevirdi. Konuyu değişmek istercesine "Bu gün hava biraz soğuk, sen olsaydın üşürdün kesin ama belli etmezdin." derken kısık bir şekilde güldü. "Seni çok geç buldum ama hemen kaybettim. Keşke çıksan gelsen bir yerden." dedi yalvaran bir sesle. Olmayacağını, Gökşin'in bir daha geri gelmeyeceğini en iyi o biliyordu. Bu gerçek günden güne onu tüketiyordu. "O gün senin görevde olduğunu o yüzden öldü olarak gösterildiğini öğrenmiştik. Ne çok şükretmiştim Allah'a. Ama kader oya, seni kurtarmaya gelirken ben, senin cansız bedenini şu kollarım arasında taşıyacağımı bilmiyordum." Eliyle gözünden akan bir damla yaşı sildi. "Selim'in bir kızı oldu Kara Kız, aynı senin gibi. İnanır mısın yürümesi, duruşu, bakışı, konuşması bile aynı sen. Adına layık bir çocuk olacak o. Seni hiç görmedi ama fotoğrafını elinden düşürmüyor minik Gökşin." Küçük Gökşin'in halleri geldi gözünün önüne. Gülümsedi. "O da asker olmak istiyormuş, sabahtan akşama kadar bereni başında taşıyor. Yatarken de yastığının köşesine koyuyor inanabiliyor musun?" Başını iki yana salladı. Daha sonra ayağa kalktı. "Ben yine geleceğim güzelim, gözün arkada kalmasın Ali'yi bulmaya çalışıyorum. Eninde sonunda onunla geleceğim yanına." dedi ve son kez mezara bakıp arkasını döndü. Kalbi ölüm acısından daha beter bir acıyla sınanıyordu. Binbaşı Ufuk, ilk defa Kara Kız'ı yüzünden ağlamıştı ve sürekli de onun yüzünden ağlıyordu.

İki yıl önce...

Araba son sürat hızla ilerliyordu, bir elim sigarada bir elim direksiyonda olacak şekilde ilerliyordum. Ne kadar süreceği hakkında hiç bir fikrim olmayan bu görev bu sefer çok çetin geçecekti, hissedebiliyordum. Tek duam Ali'yi bulmadan ölmemekti. İki görev vermiştim kendime bu hayatta. İlki Ali'den önceydi, ona çok iyi bak; diğeri ise onu bulana kadar şehit olmamaktı. İlkinin aksine şu ana kadar bunu başarmıştım ama feleğin cilvesi buya kendimi çıkmazlarda buldum hep.

KARANLIK| ASKERİ KURGU Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin