iv

2.1K 224 176
                                    

kimsecikler okumuyor ancak güncelleyeceğim çünkü lol why not

"nereye gidiyorsun?" yurt odamdan çıkmadan hemen önce sordu michael.

"sınıfa?" cümlem daha çok soru gibi çıkmıştı. "senin de sınıfa yetişmen gerekmiyor mu?"

"dersler iptal edildi." diye açıkladı.

vücudumu şaşkınlık dalgası sardı. "neden?" aptalca sordum.

"son zamanlarda hiç pencereden dışarı baktın mı?" michael alay edercesine sordu.

"hayır aslında, bugüne yetiştirmem gereken belgeler üzerinde fazla meşguldüm." kazağımın uçlarını indirirken açıkladım.

michael güldü ve cama doğru yürüyerek perdeyi açtı. manzara pek sevimli değildi; sadece kasvetli ve griydi. yağmur gökyüzünden boşalıyordu ve ara sıra şimşek çakıyordu. gök gürültüsünü duyduğumda inleyerek sıçradım, gök gürültüsü beni çok korkuturdu.

bunu nasıl daha önce duymamıştım?

"tahmin ediyorum ki telefonunu da kontrol etmedin. rektör her öğrenciye derslerin fırtına yüzünden iptal edildiğini yazdı." michael, parmakları endişeli bir biçimde üst bacağına vururken bildirdi. "ve tüm öğrencilere odalarında kalmalarını önerdi."

michael'ın her zamanki gibi dışarı çıkmak için fazlasıyla istekli olduğunu kolayca söyleyebilirdim. kapıya uzunca bakarken bacağı titriyordu.

"ne yapmalıyız o halde?" diye sordum, dilim dudağımdaki halkayı nemlendirdi.

"bilmiyorum. konuşabiliriz, sanırım." michael omuzlarını silkti ve kanepeye yayıldı.

tedirgin ve aramızda geniş bir boşluk kalacak şekilde yanındaki yere oturdum. fark edecek gibi ya da umursuyor gibi görünmüyordu.

"uzun, kalın ve içinde meni bulunduran şey nedir?" michael heyecanla bağırdı.

"sik." kelime ben düşünmeden ağzımdan çıkıverdi. kızarıp ağzımı örttüm, utanmıştım.

michael kahkaha attı. bu eğlence barından güzel bir kahkahaydı. "yaklaştın. cevap salatalık!" (Ç/N: cuCUMber, yazar kelime oyunu yapmış çevirince bok gibi kaldı ama olsun jdfakedkjs)

"iğrençti." gözlerimi devirdim.

"pekii, yapışkan, beyaz ve yutulabilir olan şey ne?"

cevap açıkça spermdi ancak cevaplamadım, michael'ın beni fesat düşünceli biri sanmasını istemiyordum. onun yerine "konuyla ilgili mi?" diye sordum.

"hayır." omuzlarını silkti.

dışarıdan gelen sesi duyduğumda sızlandım ve kanepeye sindim. dudağımı ısırdım ve michael'ın anlamaması adına dua ettim. 20 yaşında olup da gök gürültüsünden korkuyor olmak biraz utanç vericiydi. michael'ın gözleri bilgiçlikle açıldı.

"gök gürültüsünü sevmiyorsun?" diye tahmin etti.

utanmış bir biçimde kafamı salladım.

bana velet demesini ve dalga geçmesini beklemiştim ancak öyle yapmadı. onun yerine bana tatlı bir gülümseme verdi.

"endişelenme, gök gürültüsü korkunç," diye itiraf etti. bunu sadece beni iyi hissettirmek için söylediğini söyleyebilirdim. "kafanı dağıtmak için biraz televizyon izlemeye ne dersin?" kibarca sordu.

"evet, hadi izleyelim." zayıfça sırıttım.

iyi olan da bana ne tür film izlediğimi sormamasıydı çünkü bir favoriye sahip değildim. sonunda bir barbie filmi bulana kadar tüm kanalları karıştırdı.

"bu aslında oldukça eğlenceli!" ona yargılayıcı bakışlar fırlattığımda kendisini savundu.

"ya ne demezsin," iç çektim.

sonra dışarıdan başka bir gürüldeme geldi, bu aslında sehpayı yerinden oynatacak kadar güçlüydü ve televizyon anında karardı. ağzımdan ancak bir genç kızdan çıkabilecek kadar oldukça erkeksi bir çığlık kaçmasına izin verdim.

"tanrım, luke. beni öldürmeye mi çalışıyorsun?" michael bana sertçe baktı ve kulaklarını örttü.

"hayır, üzgünüm, bu sadece gerçekten yüksekti ve beni korkuttu." itiraf ettim ve dudağımı ısırdım.

michael titrediğimi görerek bana acıdı, yakınıma kaydı ve sıradan bir şeymiş gibi kolunu geniş omzuma sardı.

bu onun için küçük, anlamsız bir hareket olabilirdi, ancak omurgam dan bir ürperti indi. mantığım uçup gitmişti, nefes almak bile zorlayıcı geliyordu. yumuşak kolu boynuma yaslıydı ve yüzünü ensemdeki saçların oraya, televizyona hizaladı.

"rahatla işte, fırtına eninde sonunda sona erecek." gözlerini ekrandan çekme zahmetinde bulunmayarak söylendi.

açıkça söyleyebilirdim ki o, benim gibi ölüyor falan değildi. o sadece birilerine karşı iyi olmaya çalışıyordu, daha fazlası değil.

hiç değilse kendimi inandırdığım şey buydu.

roommates ♢ muke (türkçe)Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu