xii

1.7K 159 249
                                    

Ya ama bu çok piç bir bölüm, michael tam bir şeytan

Bölüm başından spoiler veren çevirmen mi olurmuş gerçi, tamam sustum

İyi okumalar

bu hafta boyunca michael'dan uzak durdum. ondan sonraki hafta iyiydi. michael'dan kaçmak için geçici olarak ashton'a taşınmıştım. (Lashton alllaaaah)

ondan uzak kalmakta kararlıydım, onun yüzünden kalbimin çarpmasını veya penisimin zonklamasını sevmiyordum.

calum'ın yaptığı hatayı yapmamaya, benim asla sahip olamayacağım bir çocuğa aşık olmamaya kararlıydım. sadece kalbimi acıtan bir çocuğa. kalbi kırık bir oğlan olmak istemiyordum.

ayrıca, ben hatunları seviyordum, penisleri değil.

öyle görülüyordu ki şuanlık kaybolmuş bir oğlandım; kafası karışmış ve gerçekliği veya aşkı anlayamayan bir oğlan.

michael'dan sonsuza dek saklanamayacağımı biliyordum, eninde sonunda o odaya dönecektim. ashton'ın benden bıktığını seziyordum.

odamın önüne gelene kadar koridorda uyuşukça yürüdüm. dışarıdan bile kıkırdamaları duyabiliyordum. tüm vücudumda bir çarpıntı hissederek sinirle odaya girdim.

"öldüğünü düşünmüştüm." gözleri beni bıkkınca süzerken düz bir sesle konuştu michael.

yalnız olmadığını görünce sinirlenmemeye çalıştım. pixie* saç kesimi olan minik kız onun tişörtünü giymiş, yanında duruyordu. mutfağın etrafında dans ederken genişçe gülümsedi, michael'a kahvaltı hazırlıyordu.

"ben lily." ispanyol aksanıyla, bana yumuşakça gülümsedi. sonra michael'a doğru zıpladı ve avucunu michael'ın çıplak göğsüne koydu.

ikisinin de vahşi, çılgın seks saçına sahip olduğunu henüz yeni kavrıyordum. michael'ın solgun boynuna baktığımda mor izleri gördüm. lily'yi öpmeye eğildiğindeyse sırtındaki tırnak izleri fark ettim.

sertçe baktım ve yatak odasına doğru yürüdüm. gözlerim otomatik olarak yatağın üzerindeki kadın iç çamaşırlarına düştü. birini elime alır almaz öğürdüm ve yere fırlattım.

garip olan şey, yatağım dağınıktı. yatağımı ayrılmadan önce toplamıştım. tatlı parfüm kokusu burnuma dolunca yüzümü buruşturdum.

michael bu rasgele kızın yatağımda uyumasına izin vermişti.

"michael!" avazım çıktığı kadar bağırdım.

"ne?" diye geri bağırdı huysuzca.

"beş para etmez beyaz kıçını kaldır ve çabuk buraya gel! ve daisy'yi orada bırak!" öfkeyle bağırdım.

"daisy kim? lily mi demek istedin?" michael odaya girer girmez alayla sordu.

"o ince waffle'ın adı her ne boksa işte. cidden sikimde değil. dün gece benim yatağımda mı uyudu?" diye sordum, neredeyse kuduruyordum.

"evet. on üç gündür burada kalıyor." olanlar umrunda değilmiş gibi cevapladı.

"neden?" dişlerimi sıkarak sordum.

michael omuzlarını silkti. "zaten söyledim, öldüğünü sanmıştım."

"yani bu rose'u davet etmeni haklı kılıyor?" sertçe ona bakmayı sürdürdüm.

"adı lily." diye düzeltti.

"sikimde değil!" onu duvara iterken bağırdım.

düzgün düşünmek için fazla öfkeliydim. tek bir tane bile beyin hücrem olsaydı, michael'ı duvara itmenin kötü bir hareket olduğunu bilirdim. çok geçti, yeşil gözleri daha koyu olan bataklık rengine bürünürken ileri adım attı. bileklerindeki tüm damarlar dışarı doğru atıyordu, öyle görünüyordu ki kolumu kırıp beni öldürebilirdi bile.

"seni tanımasam kıskanç olduğunu düşünürdüm." michael sırıttı ve bana doğru uzun bir adım attı.

"kıskanç değilim." dedim zayıfça.

birkaç saniye içerisinde, beni de calum'a yaptığı gibi duvara çiviledi.

kendimi tıpkı calum'a yaptığı gibi bana da sürtünmesini dilerken buldum ancak böyle düşündüğüm için kendimi hemen azarladım.

"yalan söylemenin kötü olduğunu bilmiyor musun, bebeğim?" diye mırıldandı suratıma yaklaşırken.

parfümünü ve naneli, sıcak nefesini alabiliyordum. kendimi kokusunu alıp içimde tutabilmek için hızla uzun nefesler alırken buldum.

"ben- ben yalan söylemiyorum." diye kekeledim.

"yine yapıyorsun. bana karşı dürüst ol, bebeğim. sadece doğruyu söyle ve lily'e gitmesini söyleyeyim." michael'ın dudakları benimkilerin birkaç milimetre ötesindeydi.

kalbim atmayı bırakmış gibiydi. çok şükür ki beynim geri gelip michael'ın duymak istediği kelimeleri söylememe yardım etti.

"onu- onu kıskanıyorum." sırtımı kamburlaştırırken sızlandım.

michael'ın eli belime ulaşarak beni yakınına çekti. diğer eliyse saçlarımı gözlerimden uzağa ittirdi.

"uslu çocuk. şimdi ona gitmesini söyleyeceğim, doğruyu söylemek tatmin edici değil mi?" dedi michael geriye ufak bir adım atarken.

yapmak üzere olduğum şeyin berbat bir şekilde riskli olduğunu biliyordum ama yine de şansımı deneyecektim.

"bekle," diyerek onu durdurdum, yakınıma çektim. "itiraf etmek istediğim başka bir şey daha var."

michael'ın dudakları sırıtmak için usulca kıvrıldı ve çekici bir şekilde bakmaya başladı. ne diyeceğimi aynen biliyordu ancak yine de sordu. "nedir, güzelim?"

"beni öpmeni gerçekten çok istiyorum." diye fısıldadım nefes nefese.

michael'ın dudaklarını benimkilere örtmesi için gerekli olan şey sadece buydu. yetenekli dili ağzımın içini keşfedercesine hareket ediyordu. beni coşkuyla öpmesi için onu cesaretlendiren şey usulca inlemem olmuştu.

gerçekten büyülenmiştim. çok bayat olacak ama, şuan ölsem sorun etmezdim, bu mükemmel anı beni öldüğümde ve hatta ondan sonrasına bile mutlu etmeye yeterdi.

nefes almak için geri çekildiğinde hüzünle gülümsedi.

bir sonraki cümlem aramızdaki havayı katledecekti ancak yine de devam ettim.

"düzsün sanıyorum." diye fısıldadım kesik kesik.

"öyleyim." diye rahatça cevapladı.

anında kafam karışmıştı. "ama... ama az önce benimle yiyiştin."

"seni öpmek bu durumu değiştirmedi. gay olmak demek homoseksüel olmak demektir; aynı cinsiyetten hoşlanmak yani, bebeğim." ciddice açıkladı.

"ama," sesim gittikçe kısıldı ve alt dudağım titremeye başladı.

"senden kesinlikle hoşlanmıyorum, aptal."



roommates ♢ muke (türkçe)Where stories live. Discover now