xiiii

2.3K 194 221
                                    

senden kesinlikle hoşlanmıyorum aptal

micheal'ın cümlesi aklımda kendi kendine tekrarlanırken kendimi battaniyenin altına saklayıp, birkaç damla yaş dökmeden edemiyordum.

her şey çok aptalcaydı. yarına vermem gereken yazımın üstüne çalışmak yerine oturmuş ağlıyordum.

iç çekip yataktan yuvarlandım, yere düştüm. bedenimi battaniyelerle örtüp kapıdan dışarı yürüdüm.

odadan çıktığım anda, sulanmış kırmızı gözlerim kanepeye çökmüş lila saçlı oğlana takıldı. gülümsemiyordu ancak kaşlarını da çatmıyordu. ifadesi tamamen düzdü.

sadece boşluğa bakıyordu, beni fark etmemiş gibiydi. umutsuz yeşil gözlerini duvara doğrultmuştu.

"iyi misin?" sesim çatlak ve kuruydu.

cevap vermedi, gözünü bile kırpmıyordu. yavaşça cevap verene dek beni duymadığını düşünmüştüm.

"bunu benim sana sormam gerek. çok sesli ağlıyorsun." dedi bıkkınca.

hıçkırıklarımı duyduğu için önce utanmış hissettim ancak sonra sinirlendim. canımın yandığını bilmesine rağmen beni kontrol etmeye gelmemişti.

dudaklarımı öfkeyle birbirine bastırarak ilerledim ve çayım için kupa aldım. kettle'a suyu doldurarak yerine yerleştirdim, suyun kaynamasını bekliyordum.

"hazır oradayken, bana da zencefil çayı yap." boğuk bir sesle konuştu.

sesinin benimkinden bile kötü çıktığını o an fark ettim. michael'ın pürüszüz ve kadife gibi olan sesi, yerini incinmiş ve ürkek çıkan bir sese bırakmıştı.

"kendin yap." diye bağırdım sinirle. "oradan bakınca ev hanımı gibi mi görünüyorum? neden kahrolası kıçını kaldırıp bana emir vermeyi kesmiyorsun!"

"sakinleş." michael mırıldandı. "başım ağrıdığı için ve zar zor hareket edebildiğim için senden istiyorum sadece."

"o lalenin sana STD* bulaştırması benim suçum değil." çay poşetini kupama sokarken dudaklarımı birbirine bastırdım. (cinsel yolla bulaşan bir hastalık)

"ilk olarak, bana STD falan bulaştırmadı ve ikinicisi onun adı lily*." michael mırıldandı.(lily'nin anlamı zambak. aralarındaki konuşmayı daha iyi anlayasınız diye belirttim.)

"orkide, süsen, şakayık, nergis, sümbül, yabani karanfil, ay çiçeği, hibiskus, kasımpat-"

"kasım- herneyse'yi lily'den önce düşünmeyi nasıl akıl edebildin?" diye sordu michael, çiçeğin ismini söylerken zorlanmıştı.

dik dik bakarak en yakınımdaki rasgele bir objeyi ona fırlattım. bu da boş bir gevrek kutusu olmuştu.

"hey, seri* katil olayım deme." michael duyduğum en kötü espriyi yaparken gülmekten ölüyordu. (cerial killer, haha)

"sana bıçak atarım." diye tehdit ettim.

"bu oldukça keskin bir hareket olur." michael öyle gülüyordu ki, tüm yüzü kıpkırmızı olmuştu.

"senden cidden nefret ediyorum." sertçe ona baktım.

"bu pek iyi değil." dedi tatlı bir gülümseme ile.

kaynayan suyu alıp başından aşağı dökmemek için zor duruyordum; bu kadar mükemmel görünmek yasa dışı olmalıydı.

etrafıma bakınarak kaynayan suyu kupaya boşalttım. azıcık bal katarak zencefilin acılığını dengelemeye çalıştım.

acı dolu, sesli bir öküsürk duyunca yanlışlıkla balı biraz daha eklemiş oldum. dönüp baktığımdaysa michael'ın titriyor olduğunu gördüm.

"nezle oldum, fazla endişlenme." burnunu çekti.

"odana git ve uyu." diye önerdim kazağımın uçlarıyla kupamı tutmaya çalışırken. böylece kendimi yakmamış olurdum.

"hareket etmek acıtıyor." diye sızlandı.

arkamdaki kabarık battaniyeyle ona doğru yürüdüm.

"dur!" ciğerlerinin ona izin verdiği kadar bağırdı.

şok olmuş bir şekilde, donup kaldım. nefes almayı bile kesmiştim.

michael telefonuna ulaştı ve hızla fotoğrafımı çekti.

"bu gerekli miydi?" yanına oturacakken homurdandım.

cevap olarak bana telefonunu gösterdi. fotoğrafım ekranı aydınlatıyordu. mavi gözlerim şaşkınlıkla açılmış, yumuşak pembe dudaklarım aralanmıştı. dağınık sarı saçlarım beni sıcacık saran beyaz battaniyemden görünüyordu. iki kolum da aptalca donald duck kupasını tutuyordu.

"kahrolası bir şekilde tapılası." michael fotoğrafı ekran fotoğrafı yaparken mırıldandı.

"oompa loompa*'ya benziyorum." (küçük insanımcı cüce) telefonu uzağa ittirirken kaşlarımı çattım.

"tatlı bir oompa loompa." diye cevapladı bana ufak bir gülümseme verirken.

beni çılgına çeviriyordu.

kupamı kahve sehpasına koyarak yanına oturdum.

battaniyemi çalarak ikimizin üzerine örttü. beni yanına çekerek sıkıca sarıldı. yakınlığımız beni öldürüyordu, kalbim göğsümde deli gibi çarpmaya devam etti.

"beni hasta edeceksin." dedim kaşlarımı çatarak, sinirli görünmeye çalışıyordum.

gerçekteyse, umrumda değildi. michael ben ölene kadar beni sarsaydı, yarın ölmeyi bile dert etmezdim.

"nolmuş yani?"

cevap olarak omuzlarımı silktim. gülümsedi ve bacağını ileriye uzattı. yumuşak dudakları boynumdan sadece milimetrelerce ötedeydi.

"hey luke?" diye mırıldandı. sıcak nefesi vücudumdaki her tüyü diken diken ediyordu.

"evet?" tereddütle cevapladım.

"benim yüzümden ağlama."

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Aug 20, 2016 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

roommates ♢ muke (türkçe)Where stories live. Discover now