v

2.1K 202 96
                                    

"görüşürüz, michael." mavi saçlı oda arkadaşım resim eşyalarını alıp kapıya doğru adımlarken yumuşakça gülümsedim.

michael'a karşı dün gece beni fırtına esnasında rahatlattığı için garip bir yakınlık hissediyordum. sonuçta beni güvende tutmuştu.

michael bana doğru kafasını salladı ve birazcık sertçe baktı. dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra kızgın bir şekilde cama baktı, bana başka bir bakış bahşetmedi. kollarının yeni tuval ve koyu boyalarla dolu oluşunu göz önünde bulundurarak kapıdan çıktı ve ayağıyla arkadan örttü.

bana sorarsanız oldukça dramatik bir ayrılıştı.

öylece kalakaldım. dün gece gayet iyi gidiyorduk, nerede hata yapmıştım? uykumda osurup boğulmasını mı sağlamıştım? yoksa horlamam başını mı ağrıtmıştı?

nerde hata yaptığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. ama bence o kadar da felaket bir şey yapmamıştım. yani o ölümcül bakışları hak etmemiştim.

kanepeden kayarak telefonuma ulaştım. sadece yarı şarjlıydı. mesaj filan olmasını umdum ama hiçbir şey yoktu.

yapacak hiçbir şeyim yoktu. tüm denemelerimi ve belgelerimi yazmayı tamamlamıştım. hatta ortalamamı yükseltsin diye ekstradan birkaç sayfa bile yazmıştım. bir şeyler üzerinde çalışmamın olanağı yoktu.

aklım sadece michael'ın bana neden sinirli olduğuna odaklıydı. düşünceler beni yiyip bitiriyordu. iğrenilen kişi olmayı sevmemiştim, ben birçok insandan iğrensem bile. ve oda arkadaşımın benden hoşlanmaması iyi bir şey değildi, bunu sadece çekici olduğu için demiyorum aynı zamanda her gece yanı başımda uyuduğu için de diyorum.

eğer istese beni uykumda öldürebilirdi bile.

sonunda daha fazla kaldıramayacağımı anlayarak ayaklandım ve rasgele ayakkabalarımı giyerek onunla yüzleşmeye gittim.

michael çizim yapmak için nereye giderdi ki?

onu aramakla çok meşguldüm öyle ki etrafıma dikkat bile etmiyordum. başım önde aceleyle yürürken koyu dalgalı saçları olan bir çocuğa çarptım. hala ona çok yakındım aslında. tam yere kapaklanacakken güçlü kolları belimi kavradı ve ikimizi de düşmekten kurtardı.

"aman, nereye gittiğine dikkat et dostum." dedi çocuk. kaşları havalanmıştı. sesindeki ton kaba filan değildi, hatta daha çok sakin ve beni düşünüyormuş gibi çıkmıştı.

"dikkat ediyordum," dudaklarımı ıslattım ve geriledim.

tamam ilk michael, şimdiyse bu çocuk. eğer üniversitese herkes bu kadar ateşliyse uzun süre hayatta kalabileceğimden emin değilim.

"nereye bu acele?" meraklı bir halde sordu.

"bilmiyorum." dedim dürüstçe. "birini arıyorum."

"kimi?"

"ım, ımm oda arkadaşım, michael." utangaç bir halde cevapladım.

"michael clifford?" burnunu kırıştırdı ela gözlü çocuk.

"evet."

"nereye gidebileceğini hiç bilmiyorum ama, calum'a sorabilirsin, şu sürekli michael'ı takip eden ahbapa yani. çok ürkütücü." dedi. neredeyse iğrenmiş görünüyordu.

"calum'ı nerede bulabilirim?" solgun yüzümden koyu sarılıktaki saçlarımı çektim.

"erken saatlerde koridorun aşağısında gördüm." dedi ve parmağıyla geldiği yönü işaret etti.

"teşekkür ederim." içten bir şekilde gülümsedim.

"bir şey değil. seninle tanışmak güzeldi, luke ben ashton bu arada." sıcak bir şekilde geri gülümsedi.

kalbim tekledi, "kim olduğumu nasıl biliyorsun?"

"ah, endişelenme. calum senin hakkında çok konuşuyor, senden etkilenmiş."

telefonunu bana doğru uzattı ve ben de titreyen parmaklarımla numaramı girip ona geri uzattım ve tekrar gülümsedi.

"hoşçakal, luke." el sallayarak uzaklaştı.

"hoşçakal." mırıldandım.

acele ile koridordan aşağı inmeye başladım. calum'ı ordan ayrılmadan bulmam lazımdı. çok şükür ki ince oğlanı köşede ayakkabısını bağlarken buldum.

"hey luke!" yaklaştığımı görünce sevinçle seslendi.

"hey." kısaca cevaplayarak selamlaşmaya çalıştım. "michael'ın nerede olduğunu biliyor musun?"

calum'ın kocaman neşeli yüzü aniden soldu "neden? ters giden bir şeyler mi var?" ciddileşerek sordu.

"onu bulmam gerekiyor. dün akşam çok iyi anlaşırken şimdi neden bana sinirli olduğunu sormalıyım." diye cevapladım.

calum başını arkaya atarak kahkaha attı. "bu muydu yani? ben de ciddi bir şey sanmıştım." homurdandı.

"bu ciddi bir şey." dedim kaşlarımı çatarak.

"senin burada yeni olduğunu unutmuşum, luke. michael bipolar hastalığından muzdarip. her zaman sinirleniyor ancak bir dakika sonra melekmiş gibi davranıyor. sadece geri dönmesini bekle." calum hızla durumu özetledi.

yanlışını düzeltecek, bipoların ne demek olduğunu açıklayacaktım ama yanık tenli oğlan zaten umursamayacaktı.

"bekle, bipolar mı?" kalakalmıştım.

"evet. bunu yenmek için çok mücadele ettiğini biliyorum ama bu hastalık onun en iyi anlarını öldürüyor bazen. işte bu yüzden sanat öğrencisi ya! sürekli değişen duygularını delirmeden açıklayabilmek için." diye açıkladı.

calum'a bunları nereden bildiğini soracaktım ki aklıma ikisinin daha önceden çıktığı geldi.

"bunu hiç bilmiyordum." sessizce söyledim.

"pekçok insan gibi." dedi.

roommates ♢ muke (türkçe)Where stories live. Discover now