10-pt.1

2.7K 238 37
                                    

" Madde 5: 'Aşk bilinmezlerle doludur.'"

"Tüm yol boyunca zırvalayıp durdun ve bunu şimdi söylüyorsun, öyle mi?" dedim hastanenin kapısına yanaştığımızda. Defteri açıp yazacak kadar zamanım yoktu. Hastaneye girer girmez işe koyulmalıydım, aldığım izinler yetmiyormuş gibi aylaklık edemezdim.

"Tam bir moronsun Yoongi."

"Kalbimi kırıyorsun, sevgilim."

Yılışık herif.

Busan'dan döneli iki gün oldu.
Döndüğümüz günün nöbet iznime denk gelmesi hayatımdaki en güzel tesadüftü sanırım. Bu sayede romanımla ilgilenebilmiş, belirsizlikleri oturtmuştum.

Ve araba hala bizimle. Jimin'de öyle... Bazen gerçekten evli çiftlere döndüğümüzü düşünüyorum. Evimiz, arabamız, bizden iki yaş küçük bir oğlumuz var. Daha ne eksik kaldı ki?

"Sana sürprizim var." dedi arabayı otoparka yönlendirirken. Gözlerimi devirdim. Gerçekten sürpriz kaldıracak havamda değilim Yoongi, perşembe sendromundayım.

Evet, nöbetli çalışanların sendromları da aksıyor.

"Hoşuna gidecek eminim."

Gülümsedi. Hoşuna gidecek derken yüz ifadesi fazla sinsiydi fakat umursamadım, çantamı omzuma alıp inmeyi tercih ettim.

Koşarak arabayı turladı ve ellerimizi birleştirdi. Parmağındaki yüzük ve ince parmakları sert yüz hatlarımı gevşetti, mest oldum. Acımasız havaların soğuttuğu elimi ısıtması şu sıralar en çok sevdiğim şeydi.

"Sen neden geliyorsun? Eve dönsene, Jimin kahvaltıya bekliyordur."

"Oğlumuz bundan sonra kahvaltılarını tek yapmak zorunda kalacak bebeğim." derken sağ eli kahkülümle oynuyordu. "Hafta sonu hariç tabii."

Danışmadaki kıza selam verdi. Yürümeye devam ettik. Nereye gittiğimizi bilmiyordum, acile ters yönde yürüyorduk.

"İşe girdim." Birleşik ellerimizi asansörü tuşlamak için ayırdı. "Artık bende burada çalışıyorum."

Kahkaha attım. Tanıştığımız ilk günden beri çalışmaktan nefret ettiğini söyleyen adam, şimdi ne değişmişti de yüzünde gülücükler açarak işe girdiğini söylüyordu?

"Hani hiç çalışmamıştın sen? Bomboş cv'yi nasıl kabul ettiler?" dedim şüpheyle. Koridorun boşluğundan faydalanan sesim en tiz tonda çıkıyordu.

"Amerika'da iki yıl yüksek lisans yaptım. Tabii ki beni kaçıramazlardı."

Omuzlarını kısıp ellerini iki yana açtı. Şüpheli ve katiyen inanmak istemediğini belirten bakışlarım değişti, hayretle doldu.

Hakkında gerçekten hiçbir şey bilmiyorum...

"Neden peki?" Yoongi'yi takip edip açılan kapıdan içeri girdim. "Neden durup dururken çalışmaya karar verdin?"

Sesimdeki sitemkar tona hayret ettim. Sevgilisinden bir saniye dahi ayrılmak istemeyen aptallar gibi davranıyordum ve gerçekte böyle bir ilişkiye sahip değildik.

Komiksin Hyeya.

"Sadece anlaşmaya uyuyorum Hyeya. Biliyorsun, roman yayınevine ulaştığı an evden ayrılmam gerek."

Gülümsedi. Gülümsemesine kaşlarımı çatarak karşılık verdim. Sanki anlaşmanın her maddesini özenle yazan, kopyasını çıkaran ben değildim.

"Ve bizim çok zamanımız yok."

Hızla ilerleyen kat numaralarına değdirdi bakışlarını. Konuşmak istemiyordu. Aksine ben, her şeyi konuşup çözüme kavuşturmak istiyordum. Yaptığımız anlaşmanın benim için hükmü kalmadığını bilmesini istiyordum.

Beyaz duvarları açığa kavuşturan kapıdan sıyrıldı ve bana döndü. Ayak uydurdum, peşinden ona ayrılan odaya adımladım.

Ruh hastalıkları bölümü hastanenin diğer bölümlerinden farklıydı. Duvarlar, duvarların üzerindeki desenler, perdeler ve daha nicesi aynıydı fakat verdiği his bambaşkaydı. Bunaltıyordu, kaçma isteği uyandırıyordu. Ya da kafamda dönüp duran cümleler yüzünden böyle hissediyordum, bilmiyorum.

Üzerinde ismi yazan kapıya baktım. Daha da huzursuz olmama neden oluyordu.

Kapıyı kapatıp içeri girdim. Küçük odanın koridorlardan farkı yoktu, cansızdı.

Çalışma masasına ilerleyen adımları ani hamlem yüzünden durdu. Ellerimi beline sarıp çenemi sırtına dayadım.

"Zaman umrumda değil. Benimle kalmanı istiyorum Min Yoongi."

magic words |m.yoongiWhere stories live. Discover now