14 × Blood

6.9K 651 445
                                    

Medya; Tiffany - Only One

Yazar

Jimin, koltuğa yayılmış bir şekilde çayını yudumluyor bir yandan da etrafta gezinip duran Jin hyungunu izliyordu. Jin, sürekli olarak bir oraya bir buraya gidiyor, masaya, koltuğa hatta yatağına yaydığı kitapların sayfalarını karıştırıp duruyordu. Bulduğu şey gerçekten inanılmazdı ama tam da ihtiyacı olan şeydi.

"Boşuna uğraşıyorsun," dedi Jimin sonunda. "Zamanını buna harcama."

"Boşuna uğraşmıyorum." dedi inatla Jin. "Çoktan buldum. Sadece bunu yapmak için bir büyücüye ya da cadıya ihtiyacım var bunu biliyorsun."

"Bak, ben hala anlamadım." diyerek oturduğu koltuktan ayağa kalktı Jimin. "Bu nasıl mümkün olabilir?"

Jin yaptığı derinlemesine araştırmalar sonucunda, kütüphanedeki yasaklı bölüme bile giderek iki yıldır uğraştığı şeyin cevabını bulmuştu. Hedefine ulaşmasına haftalar hatta belki de günler kalmıştı. Yüzmüş yüzmüş kuyruğuna gelmişken bırakacak değildi.

"Lee Chaerin ile alakalı," dedi Jin. "Yapmaya çalıştığı asıl şeyi diğerleri yanlış anlamış. Ama şimdi ben neler olduğunu görüyorum. Bu benim için de fazlasıyla büyük bir fırsat Jimin."

Jimin, Lee Chaerin'in olayla ilgisi olduğunu fark ettiğinde kaşlarını çatarak hyunguna yaklaşmıştı. Bu okulda o kadının ismini anmak bile suç sayılırken, Jin neyden bahsediyordu gerçekten? Onun yaptığı bir şeyi mi gerçekleştirecekti?

"Saçmalıyorsun," dedi Jimin sinirle. "Nasıl olurda o cadının yaptığı şeyin arkasında durursun? Lee Chaerin bir kahraman değil, o savaş çıkardı."

"Hayır çıkarmadı." dedi Jin. Artık her şeyi görüyordu, en küçük ayrıntısıyla görüyordu. "O, kurt adamların yaratıcısı olan cadı değil Jimin, anlasana.. Onun tek yaptığı sevgilisini kaybetmemek için büyü kullanmaktı. Bu yapılabiliyordu fakat tehlikeliydi. Yapılabildiğini görmeyelim, biz de bunun için uğraşmayalım diye bizi kandırıyorlar."

Jimin hızlıca Jin'in çıkardığı notlara ve kitaplara göz gezdirdi. Jin hyungu haklıydı. Gözleri şaşkınlıkla büyürken kafasını iki yana salladı. "Yine de," dedi. "Hiçbir cadı ya da büyücü, bir cadıyı kendine mühürlemen için sana yardım etmez."

Jin'in dudakları alayla kıvrıldı. Kendisine yardım edebilecek birini biliyordu. "Göreceğiz."

Jennie

"Jimin, iyisin değil mi?" dedim endişeyle. Taehyung ile Jimin'in kavga ettiğini öğrenir öğrenmez hemen yanına gelmiştim. Taehyung artık gerçekten fazla oluyordu. Okulun biraz uzağındaki çimenlikte bir bankta oturuyorduk. Hava çok güzeldi ve eğer Jimin bu halde olmasaydı, bunun gerçek bir randevu olabileceğine emindim.

"İyiyim, Jennie." dedi Jimin gülümseyerek. "Endişelenme artık, birkaç güne geçer." Onu başımla onaylayıp, Taehyung'a yumruk attığı için birkaç morlukla döşenmiş elini ellerim arasına almıştım. "Jennie, bence.." diye devam etti. "Bence Taehyung senden hoşlanıyor. Hem de çok fazla."

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Benden neden hoşlansın ki?"

"Galiba ayna diye bir eşyanın varlığından habersizsin." dedi gülerek. "Gümüş olayını sana anlattığım için bana sinirlenmişti. Jennie'yi neden bu işe karıştırıyorsun falan dedi. İkimizin arasına girmemelisin Jennie. Taehyungdan uzak dur. Hatta gerekirse bir süre biz de konuşmayalım. Güvende olman gerek."

"Hayır, Jimin." dedim kafamı iki yana sallayarak. "Senden uzak kalmak istemiyorum. Daha yeni yeni konuşmaya başladık zaten. Bir şey olmaz bana."

"Jennie," demişti iç çekerek. Onun konuşmasına fırsat vermeden başımı omzuna yasladım. Şaşırdığını hissediyordum. Fakat birkaç saniye sonra hafifçe gülerek kolunu belime atmış ve beni kendine biraz daha çekmişti.

"Başka şeyler konuşalım," dedim neşeyle. "Baksana hava ne kadar güzel."

"Üzgünüm," dedi Jimin. "Gökyüzüne bakmaktansa seni izlemek daha cazip geliyor."

Utançla kafamı eğdiğimde, kanın yanaklarıma pombalandığına emindim. Adeta yanıyordum ve kesinlikle konuyu değiştirmem lazımdı. Bu yüzden Jimin'in kollarından kurtularak hızla ayağa kalktım. "Hadi gel, sana unicornumu göstereyim."

Kaşları şaşkınlıkla havaya kalkmıştı. "Senin unicornun mu var?"

"Evet, iki tane. İsimleri Kai ve Kuma."

"Vay canına," gülerek ayağa kalktı Jimin ve elimi avuçları arasına aldı. "Kai adı bana bir yerden tanıdık geliyor ama nereden olduğunu hatırlayamadım."

Lisa

Sahilde, her zamanki yerime, ayaklarımı uzatmış oturuyor ve Güneş'in tadını çıkarıyordum. Muhtemelen on - on beş dakika kadar sonra tekrar denize girmek isteyecektim ve kendimi suda bulacaktım. Günümün yarısı suda geçiyordu ve deniz kızlarının günde en az yedi saatlerini suda geçirmeleri de gerekiyordu zaten.

"Lisa,"

Jungkook'un sesini duyduğumda gözlerimi denizden ayırmış ve ona bakmıştım. İlk defa garip görünüyordu. Karnını tutuyordu ve teni her zamankinden çok daha solgundu. Yüzü acıyla kasılıyordu ve öksrürüp duruyordu.

"Jungkook ne oldu?" dedim panikle ayağa kalkarken. Onu kolundan tutmuş ve kendime çekmiştim. Ama daha fazla ayakta kalamayıp yere yığıldığında ufak bir çığlık attım. "Jungkook!"

"Lisa," dedi zorlukla. Sonra karnına yasladığı elini çekmişti. Küçük de olsa karnına isabet eden bir kazık vardı. Şaşkınlığım gittikçe artarken daha da panikliyordum.

"Jungkook, bu nasıl-"

"Onu çıkarman gerek." dedi derin bir sesle. Kafasını geriye atmıştı. "Hemen."

Cesaretimi toplayıp derin bir nefes aldım ve acımamasını umarak kazığı karnından çıkardım. Ağaç parçası gibi küçük bir şeydi. Kenara fırlatarak, tekrar Jungkook'a döndüm. Karnındaki yara yavaş yavaş kapanıyordu ve Jungkook da rahatlamış görünüyordu.

"Bu nasıl oldu?" dedim endişeyle.

"Sadece ormanda geziniyordum." diyerek yerinde doğruldu Jungkook. "Önemli bir şey değil."

Sadece ormanda gezinerek böyle bir olay yaşamayacağını biliyordum ama üstelemedim. Belli ki anlatmak istemiyordu. "Hala solgun görünüyorsun."

"Kan içmeliyim, halsiz hissediyorum." Ayağa kalkmaya çalışmış ama beceremeyerek tekrar oturup sırtını arkasındaki kayaya yaslamıştı.

"Senin için kan getireyim mi?" dedim hızlıca. "Eğer sen-"

"Hayır, hayır." dedi kafasını iki yana sallayarak. "Ben vejetaryan değilim, o kanı içsem bile işe yaramaz. Biraz toparlanayım, kendim hallederim."

On dakika kadar hiç konuşmadan öylece oturmuş, gökyüzünü ve denizi izlemiştik. Jungkook, eğer biraz beklersek kendine geleceğini söylemişti ama her geçen dakika teni daha da soluyor, halsizleşiyordu. Buna seyirci kalamazdım. Bir şeyler yapmam şarttı. Derin bir nefes aldım. Bunu söylemek benim için oldukça zordu ama bu konuda Jungkook'a güveniyordum. Bana zarar vermezdi.

"Jungkook," diye mırıldandım. Baygın bakışları anında beni bulmuştu. "Kanımdan biraz içmek ister misin?"

×××××

Kanımdan biraz içmek ister misiniz skflelldsl biliyorum biraz komikti (burası hayır çok etkileyiciydi demeniz gereken kısım)

Bir dahaki yb'ye dek hoşçakalınnn❤

house of cards ❅ bts•bp ✓Where stories live. Discover now