31 × Bon Voyage

5.5K 504 270
                                    

Medya; BTS - 134340

Lisa

Gözlerimi yavaşça aralamaya çalıştım. Rüzgarı, dışarıda durmadan çakan şimşeği duyuyordum. Etrafta rutubet ve nem kokusu vardı. Gözlerim tamamen aralandığında birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım ama nerede olduğumu bilmiyordum. Öksürerek yattığım sert zeminde doğrulmaya çalıştım ama başarılı olamamıştım. Kemiklerimin hepsi kırılmış gibi bir halsizlik vardı üzerimde. Oda çok karanlıktı, duvarların en üstünde bulunan iki küçük pencereden cılız bir ışık süzülüyordu ve bu, odanın bodrum katta olduğunu kanıtlıyordu.

Neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Sahildeydim; Jisoo, Rose ve Jennie ile konuşmuştuk. Onlar gittiğindeyse bir anda Jungkook ile karşılaşmıştım. En azından oturur pozisyona geçebilmek için kollarımdan destek aldım. Birkaç acı dolu inlemeyle beraber, oturmuş ve sırtımı duvara yaslamıştım. Boynum sızlıyordu. Boynum çok feci sızlıyordu. Parmaklarımı acıdan zonklayan gölgeye götürdüm. Bir iz vardı. Minik bir iz, aşı yapıldığında kalan o ufak ize benziyordu. Dudaklarımı aralayarak seslendim. "Jungkook." Ama sesim çatlamıştı, boğazım kuruydu ve yalnızca fısıldayabilmiştim. Sahte bir şekilde öksürdüm. Sesimin düzelmesini umut ederken bir yandan da panik olmamaya çalışıyordum. En son yanımda Jungkook vardı, bir şey olmazdı, olmayacaktı. Jungkook bana bir şey olmasına izin vermezdi.

"Jungkook." diye seslendim tekrar. Bu sefer sesim normal çıkmıştı. Derin bir nefes alıp sesimi yükselttim. Artık tam anlamıyla bağırıyordum. "Jungkook! Jungkook, neredesin?" Ne zaman akmaya başladığını bilmediğim göz yaşlarım yanaklarımdan süzülerken, neler olduğunu anlayamasam bile bir şeyi biliyordum. Panik olmuştum. Aksini kanıtlamaya çalışsam da panik olmuştum. Ellerim titriyordu, göğsüm sıkışıyordu. "Jungkook! Rose!" dedim ağlamaya devam ederken. "Neredesiniz?" Hıçkırarak deli gibi ağlamak istiyordum. Korkuyordum. Ama bunu yapacak gücüm yoktu. Yalnızca ufak iç çekişlerle sakinleşmek için uğraşıyordum.

Odanın benden en uzak köşesindeki demir kapı gıcırtıyla açıldı. Heyecanla karışık bir telaşla gözlerimi hemen kapıya dikmiştim. İçeriye siyah saçlı, beyaz tenli bir çocuk girmişti. Onu tanımıyordum, daha önce hiç görmemiştim. Beyaz bir tişört, dar siyah kot pantolon giyiyordu. Ve üzerinde mavi bir ceket vardı. Bizim okuldan biri gibi duruyordu fakat daha önce görmüş olsaydım mutlaka hatırlardım.

"Burası neresi?" dedim zorlukla. "Sen kimsin?" Birkaç saniye beni süzmüştü ardından dudakları yavaşça kıvrılmıştı. Hemen cevap vermesini istiyordum aksi taktirde meraktan ölebilirdim.

"Ben J.seph." dedi. "Mavi Taraf'a hoşgeldin."

Jennie

"O ne?" dedi Jungkook kaşlarını çatıp, Jisoo'ya bakarken. Jisoo sadece elindeki sarı kağıdı sıkıca tutuyor ve ağlıyordu. "Jisoo, elindeki ne?" Jungkook hızla ayağa kalkarak saliseler içinde Jisoo'nun elindeki kağıdı kendi parmakları arasına almıştı. Gözleri şaşkınlıkla büyürken, dudakları aralanmıştı. Kağıt elleri arasından kayıp düşerken, kenarda duran vazoları bir sinirle yere devirmişti. İrkilirek yere düşen kağıdı bu sefer ben aldım.

"Jungkook." dedi Taehyung. En az benim kadar şaşkındı. "Ne oluyor?"

Sarı kağıdın başına büyük harflerle 'Mavi Taraf' yazılmıştı. Kağıdın kalan kısmında hepimizin isimleri yazıyordu. Rose'dan tutun, Jimin'e kadar herkes vardı. Lisa'nın isminin üzerine başka bir kalemle tek bir çizik atılmıştı. Titrediğimi hissederken yutkunmaya çalışmış ama başarılı olamamıştım.

"Mavi Taraf onu kaçırdı." dedi Jungkook. Delirmiş gibi elleriyle saçlarını çekiştiriyordu. "Benim yüzümden." diye bağırdı. "Hepsi benim yüzümden! Onu yalnız bırakmamalıydım."

house of cards ❅ bts•bp ✓Where stories live. Discover now