358 44 20
                                    

Günün sonuna gelmiştik. Ciğerlerimin içini dolduran tiner ve boya kokusundan kurtulmak için var gücümle kendimi dışarı attım. Temiz hava içime dolarken tenimi yakan güneşi hissetmiştim. Bugün her zamankinden bir farklıydı. O vardı, bana gülümsemişti. Bazı insanların gülüşleri yaz güneşinden bile sıcak olabiliyordu. Bazı gözler bir okyanustan daha derin olabiliyordu. Bazıları vardı, ulaşamayacağım kadar güzel olan o bazıları.

Hani vardır ya bir şeyin varlığını bile hissetmek bile sizin için özeldir. Sanırım değişiyordum. Benliğimden ayrılıp aşık oluyordum. Bir çizgiye, bir esere ama daha da fazlası bir insana aşık oluyordum.

Arkamdan gelen gülme sesleri kulağıma hoş bir melodi şeklinde dolanıyordu. Yakan güneşle beraber bir rüzgar esiyordu. Arkama döndüm ve uçuşan saçlarımın arasından onu gördüm. Yine gülümsüyordu. Gözleri kısılıyor ve benim nefesim kesiliyordu. Her bir hareketinde ben ona daha da fazla bağlanıyordum. Olmamalıydı bu, ben birine ne bağlanmalıydım ne de aşık olmalıydım. O benim için sadece Renjun olması gerekirken daha fazlası haline gelmişti. Karanlık dünyamın içindeki beyaz bir zambak çiçeği olmuştu. Narin, güzel, saf ve temiz.

Bana bakıyordu, ayaklarım karıncalanıyordu. Midemdeki kelebekler her zamankinden daha da fazla mutluydular. Bana geliyordu, saçları rüzgardan savruluyordu. Kahverengi, ince telli o yumuşak saçları. Adımları büyüyor ve ben artık kendimi hissetmiyordum.

''Bugün bir ayrı güzel değil mi Min? Benimle beraber bir yerlere gitmek ister misin?''

Olmamalıydı.

'' Hatta seni en sevdiğim kafelerden bir tanesine götüreyim''

Oluyordu.

'' Konseptli bir mekan, adı Moommin Cafe''

Hissediyordum.

''Seninle gitmek isterim açıkçası oraya.''

Ben olamazdım.

''Ne dersin Soo Min, bu küçük çocuğu üzemezsin değil?''

O konuştukça göğsümdeki ağırlık daha da fazlalaşıyordu. Olmamalıydı bu, olamazdı. Mümkün değildi bile...

''Tabii, neden olmasın.''

-

Bembeyaz bir kafeye gelmiştik. Heyecanla yerine oturmuştu, bana bakmıştı. Eşyalarını yerleştirirken yavaşça ona bakarak oturdum.

Bu oluyordu.

Gülümsüyordu ve kendini düzeltiyordu. Menüyü önüme uzatmıştı.

''Güzel bir yer değil mi?''

Gülümsemiştim, karşılık vermişti. O vardı ve bu bir rüya değildi. Ama biliyordum ki bu gülümsemenin bile bir rüya gibi güzel başlayıp bir zaman sonra sonlanacaktı.

Olmuştu, ben Huang Ren Jun'e aşık olmuştum. Zehirlenmiştim ve zehir damarlarımda akıyordu. Aşık olmuştum, ölüyordum. Dünya'nın en güzel acısı karşımdaydı ve sanırım en güzel ölümde beni bekliyordu.

Selam, içime sinmeyen bir hikaye ile karşınızdayım... Her an silebilirim bile :/

Küçük bir reklam: Twitter- blueinrosa

Küçük bir reklam: Twitter- blueinrosa ♡

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
•Thanatos• Huang RenjunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin