열둘

200 25 1
                                    

Saat öğleden sonra iki idi ve ben halen yatakta bitkin halde yatıyordum. Saatler geçmişti ve telefona bakmamayı yemin edercesine kapatmıştım. Onları duymak istemiyordum. Hayatıma girip birden çıkmak bu kadar kolay olamazdı. En azından kendimi hazırlamama izin vermelilerdi. Bir insanın duyguları bu kadar kolay incinmemeliydi.
Bugün güneş hiç doğmamış gibiydi. Kuşlar ötmüyordu. Belki de benim için susmuşlardı. Kafamda dolaşan binlerce düşünce arasından hangisi ile başa çıkmalıydım bilmiyordum. Vücuduma sardığım yorganımın içinde büzüşmüştüm. Etrafı her zamankinden daha bulanık görüyordum. Gerçekten duygusal acı bir insanı bu kadar etkileyebilir miydi? Hayır acı değildi bu. Ben sinirliydim. Karşılarındakini çocuk yerine koyan bir grup ergene sinirliydim.
Düşüncelerimin arasında boğulur iken birden kapı çalmıştı. Tokmak sert bir şekilde defalarca kez vurulmuştu. Yorgun bedenimi attığım zeminde yürümeye başlamıştım. Kapıdaki Jisung idi.
"Bir an hiç açmayacaksın zannettim. Dünden beri seni arıyoruz Min. Neden bize cevap vermiyorsun?"
"Bunu soruyor musun cidden Jisung? Bu konu hakkında konuşmak istemiyorum. Aslında bakarsan hiçbir şey konuşmak istemiyorum. Lütfen git! Kendime zaman ayırmak isti-"
"Biz yarın gidiyoruz Min."
Bir anda donup kalmıştım. Sanırım şu ana kadar çektiğim acı değilmiş. Göğüsüme vuran ağrı boğazımı düğüm düğüm yapmıştı. Cevap verememiştim.
"Olur da bize veda etmek istersen yarın havalimanına gel. Sana saatleri mesaj atacağım."
Yavaş adımlarla yürür iken bir anda durarak döndü.
"Lütfen gel. Renjun'in seni son kez görmeye ihtiyacı var."
Benimde onu görmeye ihtiyacım vardı. Ama bunu yapamayacak kadar da kırgındım.
Jisung gittikten sonra telefonumu açarak bildirimlere bakmaya başlamıştım. Fazla mesaj vardı ama hiçbiri Renjun'den değildi. Evet, gerçekten bana ihtiyacı varmış(!).
Bildirimleri kontrol ederken Jisung'tan mesaj gelmişti.
Park Jisung: Yarın öğlen saat 12.45'te uçuşumuz. Lütfen gel.
Yapamazdım.
Onlar bunu bana yapmışken ben onlara iyilik yapamazdım.
Belki de abartıyor olabilirdim.
Ama o havalimanında gidecek kadar cesaretli değildim.
Kafamı dağıtmam gerekiyordu. Elime aldığım kağıt ve kalem ile birşeyler karalamaya başlamıştım.
İki insan bedeni çizmiştim beyaz kağıda. Biri kadın diğeri erkek.
Bir kadın ve bir erkek aşk için ne yapabilirlerdi? Kleoparta ve Mark Antony gibi aşkları için intihar mı ederlerdi yoksa ünlü Çin efsanesi olan Chang ve Hou Yi gibi kendi menfaatleri için birbirlerini bırakır mıydı? Chang ve Hou Yi iki tanrı idi ama yaptıkları bir hata yüzünden büyük tanrı onları iki insana çevirmişti. Onları tekrardan ölümsüz yapacak olan Kunlu Dağı'nın tepesindeki şeftalinin yarısını yemeliydiler. Ancak şeftalinin tamanını yiyen kişi tekrardan tanrı olurdu. Kendi iyiliğini düşünen Chang Hou Yi'yi ölümlülerin dünyasında yalnız bırakarak tekrardan tanrı olmuştu. Belki de bize olan buydu. Belki de Renjun benden daha çok sevdiği işi için gidiyordu. Ne kadar acıtsa da belki de haklıydı.
Belki de o beni bırakınca gerçekten çok yetenekli bir sanatçı olucaktı.

Saatlerin nasıl geçtiğini anlamaştım ana hava kararmıştım. Çizmekten ağrıyan ellerimi ovmaya başlamıştım. Oturmaktan ağrıyan kalçalarım ve bükülmekten kaskatı kalmış olan omuzlarımı oynatmakta zorlanıyordum. Yavaşça yatağa kendimi bırakarak derin bir uykuya dalmayı diledim. Yarından itibaren beni Renjun'siz bir hayat karşılıyordu.

 Yarından itibaren beni Renjun'siz bir hayat karşılıyordu

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
•Thanatos• Huang RenjunWhere stories live. Discover now