4.8

51K 3.7K 243
                                    

"Tanıdım." Gülümsedi ve yanımdan kalktı. Lan, mal. Tek amacın kendini hatırlatmak mıydı? Gözlerimi devirdim ve Eda'ya baktım. Çocukla vedalaşıyordu. Yanıma geldi. "Lan, çocuk numaramı istedi."

"Sen de verdin yani? Öyle malsın?" Eda gözlerini devirdi. "Ne var yani? Bizim senin gibi anonimlerimiz yok, kendimiz buluyoruz sevdicek." Güldüm. "Hadi kızlar, antrenman başlıyor." Yılmaz Hoca'nın sesini duyunca yerimizden kalktık ve voleybol toplarının olduğu yere gittik.

Önce servis antrenmanıyla başladık. Evet, o kadar uzun süre oynamamıştım ki artık topta hakimiyet kuramıyordum. Manşetlerim bir sağa bir sola gidiyordu ve bunu düzeltmek için birkaç saat uğraşmam gerekiyordu.

Karşı takımın erkeklerine ve bizimkilere bakınca tribünlere oturduklarını gördüm. Sanırım bizim maçı izleyeceklerdi. Bizim maç yarıfinal ya da final maçı değildi, normal maçtı işte. Bunu kazanırsak 2 maç daha yapacaktık, ve onları da kazanırsak şehir dışına çıkacaktık. Spor lisesiyle de maçımız vardı ve... Kazanacağımıza ihtimal bile vermiyordum. Geçen sene kazanmışlardı, ama geçen sene takımda ben yoktum.

Evet, ben varken kaybedebilirler yani. Oynamasam bile "Kesin kaybettik," diyerek morallerini düşürürdüm. Böyle mal insanım yani.

İkinci olarak smaç antrenmanına başlayınca telefonumdan bildirim sesi geldiğini duydum. Koşa koşa çantamın yanına gittim ve telefonumu çıkardım.

Burak: sence de o şort çok kısa değil mi?

Buradaydı.

Ama çok kalabalıktı. Erkeklerin final maçı olduğu için bütün şehir gelmişti. Burada onu bulmam imkansızdı.

Defne: o voleybol forması, farkında mısın?

"Ohoo, Defne telefonla oynamaya mı geldin buraya?" Yılmaz Hoca'nın sesini duyunca telefonu sinirle yere koyacaktım ki Burak'ın mesaj atmış olduğunu gördüm.

Burak: hoşuma gitmedi

Boşverip telefonu uçak moduna aldım ve çantama koydum. Son olarak manşet antrenmanına başlamıştık. Maç 15 dakika sonra başlayacaktı.

Maçın başlama düdüğü çalınca tribünlerin yanındaki oturma yerlerine gittik. Yılmaz Hoca taktikler veriyordu ama umurumda olduğu söylenemezdi. Çünkü hep aynı taktikler. "Birlik halinde hareket edin, çizgiye dikkat edin, top çizgiye denk gelecek gibi olunca risk almayın topu kurtarın, moral bozmak yok, pasöre güzel pas verin..." Sıkılıyordum artık.

İlk set bittiğinde pasör olarak oynamıştım. Bok gibi oynamışım herhalde, bu seti vermiştik. "Defne, seni pasöre koymakla büyük hata yaptık kızım, sen smaçörde oyna." Yılmaz Hoca hala moralimi düzeltmek için şeyler söylerken ben gülüyordum. Moralim düşmemişti ki! Aylarca oynamamıştım, bir şekilde oynayışım kötüleşiyordu. Pasörde oynayamayan ben, smaçörde nasıl oynayacaktım?

"Ben gidiyorum." Arkamdan biri sol kulağıma fısıldadığında aniden arkama döndüm. "Mal mısın, korkuttun beni!"

"Hadi, sonra görüşürüz." Gülümsedim. "Lan, önceden ben senden uzundum, ne ara böyle uzadın?" Gülerek sormuştum bu soruyu.

"Eee, uzadık. Ne yapalım?" O da gülüyordu.

"Hadi lan, daha ne kadar bekleteceksin?" Arkadaşlarının sesini duyduğumda ona döndüm. "Hadi git."

"Tamamdır." Arkasını döndü ve arkadaşlarının yanına gitti. Arkadaşları birkaç şey söylemişti ama aralarından seçtiğim cümle şu olmuştu.

"Efe, ne malsın ki la."

Efe, mi?

Gizli Numara (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin