Keşke seni görebilseydim.

57.1K 5.5K 13.3K
                                    




Çok yalnız kaldım, birden bire etrafımdaki herkes yok oldu. Etrafımda kimse yokken bunu hissettim üstelik. Üşüdüm, üstümü örten kimseyi bulamadım yanımda. Bunun adı yalnızlık değildi, bunun adı felaketti bana göre. Bir hayal kurardım, saniyesinde üzerime yıkılırdı. Zengin, varlıklı bir ailenin tek çocuğuydum. Etrafımda gereksiz arkadaşlıkların eşliğinde samimiyete hasret kaldım. Farkında bile olmadan bir şeylerin arayışında büyüdüm. Neye sahip olmak istediğim konusunda da bir fikrim yoktu. Bu yalnızlık bitsin istedim. Kalbimi heyecanlandıracak, yerinden oynatacak bir şeylere sahip olmak istedim.

Saka kuşu olmak istedim. Kanatlarımın uçları gökyüzüne değen ve göğün arkadaşı olan saka kuşu olmak istedim.

Aşık olmak... Bu duygudan deli gibi korksam da o hissi bütün hücrelerimin tatmasını istedim. Mümkün olmadığının bilincindeydim, istedim sadece. Kalbimi hızlandıran, başıma ne gelirse gelsin yalın ayak ona koşacak kadar seveceğim biri olsun istedim. Romanlarda yaşanan o sonsuz aşklara özendim. Gerçek olup olmadıkları önemli değildi. Bir aşk vardı, kurguda olsa kaleme dökülen bir aşk vardı. Bir şairin kaleminden dökülen şiir bile aşktı. Her şairin ilk aşkı, ilk yazdığı şiirin satırlarıydı.

Bu yüzden ben de fotoğrafçılığa özendim. Görüp görebileceğim bütün güzellikleri sığdırmak istedim kadrajıma. Çok güzellikler gördüm; bir kelebeğin kozadan çıktığı anı, bir ağacın kavuğunda saklanan sincabı, bir çocuğun sevinç çığlıkları atarken yüzünün aldığı ifadeyi... bunların hepsini gördüm. Bütün güzellikleri benimsedim, hepsine alıştım.

Fakat sadece bir fotoğraf bana sabahın beşinde art arda sigaralar yaktırdı.

Pembe şapkasıyla dudaklarını büzerek oturan bir çocuk vardı kadrajımda. Esmer teni, rüzgarla dalga geçen o güzelim kirpikleri, burnunun ucundaki küçücük beni, sanki bir kuş öpmüş burnunun ucundan. Öyle güzeldi. Dudağının altında da vardı aynı noktadan. İnsanın dudaklarını bastırası geliyordu o dudakların altına. Bir insan ancak bu kadar güzel yaratılabilirdi ve ben ona ancak bu kadar güzel denk gelebilirdim.

Günlerdir dizlerimde bilgisayarım, onu aramaktan yoruldum fazlasıyla. "Pembe şapkalı çocuk" bile yazdım arama motoruna fakat bulamadım. Hiçbir şey bilmiyordum onun hakkında, bildiğim bir şey varsa, o da bu dünyaya ait olamayacak kadar güzel olduğuydu. Dışı bu kadar güzel olan bir insanın içinin güzelliğini düşünmek bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. Masamdaki dağınıklığın arasından sigara paketimi alıp salladım, içi boştu. "Sikeyim böyle işi." dedim. Uyuşuk adımlarla dolabıma yönelirken dolabın kapağına yapıştırdığım fotoğrafa uzunca baktım.

"Ne var sende?" dedim. "Söylesene! Ne saklıyorsun gözlerinde?" Parmak uçlarım fotoğrafın kenarında gezindi, boğazıma bir şeyler oturduğunu hissettim. "Neden sana bakınca senelerdir aradığım ne varsa sende bulacakmışım gibi hissediyorum?" Bu çocuğun gözlerindeki yangın itti beni ona. Omuzlarıma bir ağırlık çöktü. "Karşıma çık." dedim. Başımı önüme eğip yutkundum. "Gözlerime bak ve bana bunca zaman aradığım her şeyin neden senin gözlerinde toplandığını düşünüyorum, bunu bana izah et." Bakışlarım, biraz daha gezindi o fotoğrafın üzerinde. Ellerimi güçsüzce masaya yaslarken kalbimin sıkıştığını hissettim.

Sigara içmek istedim, dışarıda feci şekilde yağmur yağıyordu. Üzerime ceketimi alıp kapıdan çıkar çıkmaz merdivenlerde oturan kızı gördüm. Omzuna dokundum yavaşça. "Hae Soo... sırılsıklam olmuşsun, neden buradasın?" dedim. Endişeyle kollarından kavradığımda belime sardı kollarını. "Jungkook..." dedi titreyerek. "Annemle tartıştım, lütfen beni içeri alır mısın?" Kollarımı üşümekten titreyen bedenine sardım. "Tamam." dedim. "Ağlama, geçti." Hiçbir şeyin geçtiği yoktu, o burada olmamalıydı.

opia | taekookWhere stories live. Discover now