10, Time of your life

1.4K 98 19
                                    

Merhabaaaaaa

Uzun süre sonra geldim çünkü sınavlar bitti, tatil başladı!

Artık bölümlerin gelme süresi kısalacak... Elimden geldiği kadar:)

Nasıl oldu bilmiyorum, umarım iyidir...

İyi okumalar!








"Sipariş verecek misiniz?" Tekrardan duyduğum soruya karşılık, yüzümü garsona çevirme zahmetine girmeden kafamı iki yana salladım. Ne kadar süredir bu masada oturduğumdan emin olmadan, önümde hala kapalı halde duran menünün yıpranmış kapağına dik dik bakıyordum.  Sandalyemin ucunda emanet gibi oturuyor, kollarımı masayla temas ettirmekten kaçınıyordum. Her an kalkabilecek gibi gözüktüğüme emindim. Ki, ben de öyle hissediyordum.

Pencere kenarlarındaki geniş masalar, caddeden geçen insanların gürültüsü, içerideki kızartma kokusu ve duvarlardaki posterler bana yabancı değildi. Buradaydım işte. Sabah erkenden kalkmıştım. Duş alıp annemin ısrarlarına rağmen kahvaltı yapmadan çıkıvermiştim evden. Ne giydiğimi bile yeni fark ediyordum. Etraftaki yüzlerin hiçbirini daha önce görmemiştim ama hepsi tanıdıktı. Her şey yerli yerindeydi, buradaydım. Calum'ın ağzından çıkan "Yarının tarihini bilmiyor musun sen?" cümlesi geçen her dakikayla beynimde daha da gürültüyle yankılanıyordu. Neden söylemişti, neden hatırlamıştı ya da neden görüşeceğimize inanmıştı, asla sorgulamıyordum. Odaklandığım tek şey bu cümleyi kurmuş olmasıydı. Kutlayacağımızı söylerken kendinden eminliği beni şaşırtmamıştı. Bana yer, zaman ve neden vermemiş olması bir şey değiştirmiyordu. Tek yapmam gereken sabah kalktığımda aklımın bana söylediği şeyi dinlemek olmuştu. Buraya gelmek. Ve buradaydım.

Oval kapı aralanıp gürültüyle kapandığında (kapıları yağlamıyor olacaklar, hep aynısı olurdu) onun da burada olduğunu gördüm. Ortamdaki tüm gözlerin, gürültü nedeniyle de olsa kendisinde olduğunun farkında oluşunu ve bu birkaç saniyesini nasıl ustalıkla kullanışını seyrettim. İlk önce güneş gözlüklerini çıkartıp beyaz tişörtünün derin yakasına taktı. Ardından uçları hafif dalgalanmış saçlarını gözlerinin önünden çekti, derin bir nefes verirken etraftaki herkesle kısa süreli bir göz teması kurdu. En son bana baktığında, kendimi bir dev beni iki avucunun arasına alıp sıkıştırmış gibi hissettim. 

Gelip yanıma oturduğunda yüzünde o her zamanki iddialı ama yüzsüz olduğu için bir o kadar da sinir bozucu gülümsemesi vardı. 

"Sana görüşeceğimizi söylemiştim," dedi.

"Ben de sana görüşmeyeceğimizi söylememiştim zaten," dedim.

Bir süre kısa bir sessizlik olduğunda, aynı garson masamızın kalabalıklaştığını fark etmiş olacak, arkamda belirdi. "Siparişinizi alabilir miyim?" dedi biraz sert bir tonla. Sinirlenmekte haklı olduğunu düşünüp istediğimi söylemek için ağzımı açtığımda Calum benden önce davrandı.

"Bir latte," Ardından bana baktı. "Ve... portakal suyu." dedi. "Ama buz olmasın, lütfen." Gözlerini kaldırıp bana baktığında siparişimi hatırlıyor olması beni şaşkına çevirmişti. Her ne kadar bu durum hoşuma gitse, gururmu okşasa da; oturduğu yerdeki gevşemiş, pişkin hali sinirimi bozuyordu.

"Teşekkür ederim," dedim garson gittikten sonra. "Ama kendi siparişimi kendim verebilirdim."

Omuz silkti. "Nasıl bir beyefendi olduğumu hatırla istedim."

Alayla güldüm. "Emin ol, ne kadar 'beyefendi' olduğunu hiç unutmuyorum Calum Hood. Hala fırsat vermiyorsun."

Spor salonunda diğer erkeklerle yaşadığım olaya gönderme yaptığımı anlamış olacak, konuyu değiştirme gereği duydu.

Keep On Loving You // HoodWhere stories live. Discover now